İstanbul Hakimi Soner BAŞKALE
Köşe Yazarı
İstanbul Hakimi Soner BAŞKALE
 

DEVLET-İ EBED MÜDDET

“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik,en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârları ile sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı ,onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu, Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu,  şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. ''Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.” Aynı toprak parçası üzerinde birlikte yaşama kararlılığı içerisinde olan insanlar bireysel özgürlüklerinden bazı fedakârlıklar yapmak suretiyle, bu teşekkül tarafından belirlenen kural ve kaidelere uymak yükümlülüğünü üstlenerek bunun karşılığında güvenli ve özgür bir biçimde yaşamak amacını haiz olmakla birlikte belirtildiği şekilde devleti kurar. Özgürlüklerin veya birey bazında hakların çatışması durumunda yaşanacak ihtilafların da gene bireyler tarafından kurulan devlet tarafından çözüme kavuşturulacağı açıktır. Ayrıca devletin ihtilaf yaşanmadan önce de önlemlerini alarak her bir bireyin özgürlüğünü başkaca özgürlüğe zarar vermeden kullanmasının teminine dair yapıyı oluşturması gerekmektedir. Dolayısıyla da devletlerin temel kanunları niteliğinde olan anayasalarında, genel olarak haklar, akabinde bu hakların sınırlandırılmalarına dair şartlar düzenlenmiştir. Zira devlet onu oluşturan topluluğun istiklalinin de yegâne temelidir. Devletsiz bir toplulukta içsel ve dışsal kargaşa hâkimdir. Bireyler devlet sayesinde ve konulan kural ve kaideler çerçevesinde “kişi” olur, bireylikten kişiliğe evrilen süreç içerisinde hukuk süjesi olarak hak ve menfaatlerini talep eder. Kargaşa hâkim olduğunda hakkın talep edileceği muhatap yokluğu bireyleri ihkak-ı hakka sevk eder. Çünkü her birey de kendi düşüncesinde yalnızca kendisi haklıdır. Bu da insanın içgüdü halinin tezahür etmesi ile izah edilebilir. Birey ve irade hürriyeti Genel olarak Devleti, bu hususta devleti oluşturan bireyleri izah etmeden evvel hak teorilerinde de genel olarak temas edilen irade konusuna, temel olarak iradenin hür olup olmadığına dair temel felsefi görüşlere yer verilmesi gerekmektedir. Zira insanlık tarihinde hakkın sahibi konumunda olan bireyin irade yeteneği ve hürriyeti daima tartışma konusu olmuştur. Temel felsefeye girmeden hukuk felsefesi açısından konuyu irdelediğimizde karşımıza en temel haliyle determinizm ve indeterminizm akımları çıkmaktadır. Tarih boyunca irade hususunda süregelen tartışma devletin ve hukukun kökenini farklı olgulara dayandıran çeşitli okullarda bu konularda da devam etmiştir. Birey ve irade olgusu Geçmişten günümüze dünya üzerindeki canlı varlığını incelediğimizde insanın temel olarak içgüdüleriyle hareket eden diğer canlılardan farklı bir yapısı olduğu aşikârdır. Hatta bu süreci yapılan araştırmaları da gözeterek tarihsel süreçteki ilk insanlara kadar götürmek mümkündür. Keza ilk insanlar olarak İbrahimi dinlerde “Âdem” , Antik Yunan Felsefesinde ilk kadın olarak tanımlanan “Pandora” Türk-Altay mitolojisinde “Törüngey-Torungay” , arkeolojik buluntular kapsamında bilimsel literatürde “homo sapiens” daima hayvanlardan farklı olarak nitelendirilmiştir. Bu hususta yapılan arkeolojik buluntularda da duvar yazıları ve mağara resimlerinde bu “insan” duvarlara bazı nesne yahut olayları betimleyerek iradesi neticesinde buna tezahür eden şeyi somutlaştırma gayreti içerisine girmiştir. Birey doktrinde temel olarak bağımsız varlığı olan ve ayrı tutulan canlı insan varlığıdır. Bu kapsamda bireyden bahsedebilmek için evvela iradi insan davranışından söz edebilmelidir. Zira insan iradi davranmadığı başkalarının tarifiyle davranışlarına yön vermesi halinde birey değil yığın olacaktır Buradan hareketle farklı bilim dallarında farklı tanımlar bulunsa da yukarıda tarihsel sürecin başındaki insandan hareketle bireyin tanımı yapılacak olursa, kanaatimizce bireyden bahsedebilmek için doktrinle uyumlu olarak irade unsurunu tartışmak gerekmektedir. Zira iradi insan davranışı, temelde özgürlüğün de bir yansıması olmakla birlikte diğer canlı varlıklardan birey tarifiyle birlikte insanı ayırmaktadır. Bu noktada temel ayrım noktası olan özgürlük ve iradi davranış, insanı Temiz’in ifadesiyle “yığın” olmaktan bireye evirecektir. Felsefi tarih incelendiğinde de iradenin hür olup olmadığı tartışılagelmiştir. Bu hususta Aristoteles irade özgürlüğünün ahlaka uygun davranışın temeli olduğundan bahsederek özellikle suçlu şahıslar yönünden alternatifler arasında seçim hakkını kullandığını bu suretle de cezai sorumluluğun belirlenebileceğini ifade etmiştir. Determinist felsefeyi savunan Schopenhauer, insan hayatının akrep ve yelkovanın hareketi gibi önceden tayin edilmiş olduğu görüşünü savunmuştur. Devlet bahsinde görüşlerini biraz daha detaylandıracağımız Thomas Hobbes ise bireylerin doğal hal içerisinde iken kendi aralarında hür iradeleriyle sözleşme yaparak yetkilerini hükümdara devretmektedirler. Zira Hobbes’a göre insan sosyal yaşam içerisinde mutludur. Bu hususta kanaatimizce düşüncesi irdelenmesi gereken bir diğer müellif de İbn-i Haldun’dur. İbn-i Haldun’a göre insan iradesi tabiatı itibariyle iyiye, iyiliğe yatkındır, ancak kötülük insanın hayvanlarla benzeşen içgüdü halinden kaynaklanmaktadır. Bu hususta ayrıca asabiyet kavramını da literatüre kazandıran İbn-i Haldun nesep asabiyeti düşüncesi ile irade üzerindeki coğrafya etkisini de tartışmış ve ardından gelen müelliflere tartıştırmıştır. Felsefeden ari olarak tarihsel süreç incelendiğinde ise üzücü bir durum olmakla birlikte birey kapsamına evvela yalnızca erkekler girmiş, kadınlar ne yazık ki bu kapsama dâhil edilmemiş ve dolayısıyla da iradelerine bir kıymet tanınmamıştır. Zira bu hususta iradeleri kati surette kabul edilmeyen kölelerin de birey kapsamına dâhil edilmedikleri zikredilmeden bu husus geçilemeyecektir. Antik Yunan ile Roma uygarlıklarının temel uygulamaları bu şekildedir. Adı geçen uygarlıklarda kölelerin ve kadınların haklarının olmaması aslen birey dolayısıyla da özgür insan olmamaları nedeniyle uygarlığın o anki düşünce pratiğinde kabul edilen sistemin bir gereği olarak değerlendirilebilecektir. Neticeten kanaatimizce ana hatlarıyla iradi davranabilen, bu meziyete sahip canlı insan varlığının birey tanımına vücut verdiğinden bahsedilebilecektir. İnsan unsuru; toplum-millet ve devlet Devletin tanımına girmeden evvel bu hususta modern devlete dair felsefi alanda görüş ileri süren Thomas Hobbes ve John Locke ’un konuya dair düşüncelerinden bahsedilmesi gerekmektedir. Hobbes’a göre; özetle insanlar doğuştan eşittirler, insan akıl sahibi olmasıyla diğer canlılardan ayrılmaktadır ve de toplum insanlar tarafından zorunlu olarak kurgulanmış yapay bir kurumdur. Daha çok koruma içgüdüsünün etkisinde bulunan insan, belli bir toplumsal anlaşma söz konusu olmadığı zaman varlığını sürdürebilmek adına aklına geleni ya da işine geleni yapmaktan geri durmayacak, buna göre canının çektiğine sahip olmak isteyecektir. Zira insan toplum içerisinde yaşadığında mutlu ve merhametlidir, bireysel olarak ise korkak acımasız ve mutsuzdur. İşte insan bütünü oluşturan parçalar gibi kendi aralarında bu doğal hal içerisindeki olumsuzluklardan kurtulmak adına iradeleriyle sözleşme yaparak iktidar yetkisini hükümdara vererek doğal halden kurtulmuşlardır. Oluşturulan bu düzene kendilerini yönetme ve kendileri adına hareket etme yetkisini vermişlerdir. Bu bakımdan insanın sözleşmesiz şekilde toplumsallığı aslında bir problemdir.  Zira insan çıkarlarını koruma dürtüsüne sahip, kararlarında egosunu ön plana alan ve bunun sonucunda amansız bir mücadeleye girişen canlı bir organizmadır. Hobbes; insanların akıllarını kullanarak toplumsal bir mutabakat ile devleti kurduklarını söyleyerek “toplumsal sözleşme” tanımını ortaya koyarak tanımını da kendi ifadesiyle “İnsanları yabancıların saldırısından ve birbirlerinin zararlarından koruyabilecek ve böylece, kendi emekleriyle ve yeryüzünün meyveleriyle kendilerini besleyebilmelerini ve mutluluk içinde yaşayabilmelerini sağlayacak böylesi bir genel gücü kurmanın tek yolu; bütün kudret ve güçlerini, tek bir kişiye veya hepsinin iradesini oyların çokluğu ile tek bir iradeye indirgeyecek bir heyete devretmeleridir.” şeklinde yapmaktadır. Zira Hobbes insanların bu halde iken birbirileriyle sürekli bir savaş içerisinde olduğunu, insanların iradesinin yalnızca özgürlüğe delalet etmeyeceğini, hayattaki her şeyin bir nedeni olduğu düşüncesini de savunmaktadır. Leviathan adlı eserinde de zikrettiği gibi “homo homini lupus” yani “insan insanın kurdudur” şeklindeki ifadesiyle birey iradesi üzerinde bir otorite olmaması halini özetlemektedir. Liberal bireyciliğin babası olarak nitelendirilebilecek9 John Locke’a göre ise insan doğa durumundadır. Fakat doğa durumu Hobbes ’un doğal halinden farklı olarak iyilik içerisinde olmakla birlikte bazı sakıncaları da mevcuttur. Zira insan bu hal içerisinde iken insan mutlak özgürlük içerisindedir ve özgürlüğü üzerinde herhangi bir otorite söz sahibi değildir. Locke ‘un kendi tanımı ile doğa durumu “Tabiat kanunlarına bağlı kalarak, başka bir insanın isteğine bağlı kalmadan ya da terk etmesini istemeden hareketlerini ve uygun olduklarını düşündükleri malların ve insanların tasarrufunu düzenlemek için mükemmel bir özgürlük durumudur.” şeklindedir. Hobbes ‘un aksine Locke’a göre insanlar doğa durumunda ilen savaş halinde değil aksine iyilik içerisindedir. Ancak bu hal içerisinde iken kurallara uyanlar ile uymayanlar arasındaki toplumsal çelişki meydana gelmektedir. Locke ‘un doğa durumunda insanlar doğal bir eşitlik, özgürlük içerisinde yaşamaktadır, ona göre mutluluğa barış, özgürlük ve güven içerisinde ulaşılacaktır. Doğa durumunda yaşayan insanların temel olarak varlıklarını devam ettirme ve doğal yasalara karşı gelenlere yaptırım uygulama hakkıdır. Fakat cezalandırma ve yaptırım uygulama hakkı kullanılırken ihkak-ı hak durumunun meydana gelmesinin asli unsurunun kişisel öfke olması doğa durumunun sakıncasını meydana getirmektedir  İşte toplumu oluşturan bireyler bunu engellemek ve kendilerine dair kuralları koyma ve aksi halde kendileri adına cezalandırma yetkisini kullanmak üzere güven olgusu üzerine bu yetkilerini sosyal sözleşme çerçevesinde teşekkül eden devlete devretmektedirler. Bireylerin mutlak özgürlüğe sahip olduğu varsayımında özgürlükler çemberleri başkaca bireylerin hak ve özgürlükler çemberlerine bir saldırıyı doğal olarak gerektireceğinden mutlak özgürlüğün kabulünün mümkün olmadığı ve en yerinde özgürlük tarifinin 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ndeki tariften de esinlenilerek, özgürlüğün başkasının hak ve özgürlüklerine saygı içerisinde mutlak olmayan ve fakat sınırlandırılması da ana çekirdek haklara halel getirmeyecek şekilde bulunan, insanın iradi olarak kullanacağı haklar olduğunun kabulü gereklidir. Bireylerin bu özgürlüklerini kullanmaları, özgürlüklerini kullanırken başkaca bireylerin özgürlüklerine bir saldırının olmaması adına devletin varlığı şarttır. Bireyler devleti kurarken korunma içgüdüsüyle iradi olan bazı hak ve yetkilerini kendisi adına kullanması için devlete devreder. Bu yetkiler anayasa genel teorisinde doktrinde tartışıldığı üzere yasa yapma, kural koyma yetkilerini oluşturan yasama; konulan kuralları ve belirlenen yasaları icra ve infaz etme yetkilerini oluşturan yürütme; devletin yahut bireylerin yasa ve kurallara aykırılığı halinde, ihtilafları çözen ve gerektiğinde bireyin devrettiği cezalandırma yetkisini kullanarak kurala aykırı davranan bireyi cezalandırma yetkilerini oluşturan yargı erkleridir. Devleti oluşturan insan tanımına dair doğal olarak farklı yorumlar da elbette mevcuttur. Atatürk milleti ırk, din yahut kültür bakımından değerlendirerek “Türkiye halkı, ırken veya dinen veya harsen (kültürel) birleşik ve yekdiğerine karşı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu ve mukadderat ve menfaatleri ortak olan bir toplumsal heyettir” diyerek tarif etmektedir. Zira bu tanım akabinde ibare anayasalarda da yer almış ve neticeten millet tanımı vatandaşlık tanımı ile özdeşleşerek Anayasanın 54. Maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” şeklindeki tanım ile yürürlüktedir. Neticeten Devlet, aynı toprak parçası üzerinde, kendisini oluşturan bireyler tarafından kurulan ve gene kendisini oluşturan bireylerin devrettiği bahsi geçen yasama, yürütme ve yargı yetkileriyle bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyarak güven içerisinde yaşamalarını sağlayan kül iradedir denilebilecektir. Temel olarak literatürde devletin insan unsuruna dair toplum, topluluk denilse de kanaatimizce bu ifade millet olarak kullanılmalıdır. Zira millet tanımı aynı ülküyü paylaşma hususunu da içerir. Devlet aslen kendisini kuran insanların birlikte yaşama kararlılığından doğduğundan, onu oluşturan insanlara da belirtildiği şekliyle millet denilmesi daha doğru olacaktır. Bu cihetle devlet; bir millet, milletin yaşayacağı toprak parçası ve bu toprak parçası üzerinde egemen olma unsurlarını barındırmaktadır. Sonuç Milletimiz açısından bakılacak olursa, tarih boyunca devletsiz kalmamış, temel devlet tanımlarında unsurlardan olan toprak parçası üzerinde egemenliğini kurarak daima biri diğerinin devamı halinde Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada devlet-i ebed müddet anlayışı içerisinde tarih sahnesinin her anına, mukim coğrafyanın her karışına adını kazımıştır.     Soner BAŞKALE İstanbul Hakim i     KAYNAKÇA: GÜRİZ, Adnan, Hukuk Felsefesi, 16. Baskı, Ankara 2021 ÖKTEM, Niyazi/ TÜRKBAĞ, Ahmet Ulvi, Felsefe Sosyoloji Hukuk ve Devlet, 8.Baskı, İstanbul 2022 ELEKTRONİK KAYNAKLAR Türk Dil Kurumu Sözlüğü, http://www.sozluk.gov.tr Wikipedia Ansiklopedi, https://tr.wikipedia.org MAKALELER VE DOKÜMANLAR TEMİZ,  Özgür, Özgürlüklerin Temeli Olarak Birey Ve Ortaya Çıkışı TEMİZ, Özgür, Özgürlük Ve Güvenliğin Çatışması: Hobbes Ve Günümüz Modern Devleti, https://www.atauni.edu.tr/ TEMMUZ 2024
Ekleme Tarihi: 14 Eylül 2024 - Cumartesi

DEVLET-İ EBED MÜDDET

“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.

Bu sahne 7 bin senelik,en aşağı, bir Türk beşiğidir.

Beşik tabiatın rüzgârları ile sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı.

O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı ,onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu, Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu,  şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu.

''Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”

Aynı toprak parçası üzerinde birlikte yaşama kararlılığı içerisinde olan insanlar bireysel özgürlüklerinden bazı fedakârlıklar yapmak suretiyle, bu teşekkül tarafından belirlenen kural ve kaidelere uymak yükümlülüğünü üstlenerek bunun karşılığında güvenli ve özgür bir biçimde yaşamak amacını haiz olmakla birlikte belirtildiği şekilde devleti kurar.

Özgürlüklerin veya birey bazında hakların çatışması durumunda yaşanacak ihtilafların da gene bireyler tarafından kurulan devlet tarafından çözüme kavuşturulacağı açıktır.

Ayrıca devletin ihtilaf yaşanmadan önce de önlemlerini alarak her bir bireyin özgürlüğünü başkaca özgürlüğe zarar vermeden kullanmasının teminine dair yapıyı oluşturması gerekmektedir. Dolayısıyla da devletlerin temel kanunları niteliğinde olan anayasalarında, genel olarak haklar, akabinde bu hakların sınırlandırılmalarına dair şartlar düzenlenmiştir. Zira devlet onu oluşturan topluluğun istiklalinin de yegâne temelidir. Devletsiz bir toplulukta içsel ve dışsal kargaşa hâkimdir. Bireyler devlet sayesinde ve konulan kural ve kaideler çerçevesinde “kişi” olur, bireylikten kişiliğe evrilen süreç içerisinde hukuk süjesi olarak hak ve menfaatlerini talep eder. Kargaşa hâkim olduğunda hakkın talep edileceği muhatap yokluğu bireyleri ihkak-ı hakka sevk eder.

Çünkü her birey de kendi düşüncesinde yalnızca kendisi haklıdır.

Bu da insanın içgüdü halinin tezahür etmesi ile izah edilebilir. Birey ve irade hürriyeti Genel olarak Devleti, bu hususta devleti oluşturan bireyleri izah etmeden evvel hak teorilerinde de genel olarak temas edilen irade konusuna, temel olarak iradenin hür olup olmadığına dair temel felsefi görüşlere yer verilmesi gerekmektedir.

Zira insanlık tarihinde hakkın sahibi konumunda olan bireyin irade yeteneği ve hürriyeti daima tartışma konusu olmuştur.

Temel felsefeye girmeden hukuk felsefesi açısından konuyu irdelediğimizde karşımıza en temel haliyle determinizm ve indeterminizm akımları çıkmaktadır. Tarih boyunca irade hususunda süregelen tartışma devletin ve hukukun kökenini farklı olgulara dayandıran çeşitli okullarda bu konularda da devam etmiştir. Birey ve irade olgusu Geçmişten günümüze dünya üzerindeki canlı varlığını incelediğimizde insanın temel olarak içgüdüleriyle hareket eden diğer canlılardan farklı bir yapısı olduğu aşikârdır.

Hatta bu süreci yapılan araştırmaları da gözeterek tarihsel süreçteki ilk insanlara kadar götürmek mümkündür. Keza ilk insanlar olarak İbrahimi dinlerde “Âdem” , Antik Yunan Felsefesinde ilk kadın olarak tanımlanan “Pandora” Türk-Altay mitolojisinde “Törüngey-Torungay” , arkeolojik buluntular kapsamında bilimsel literatürde “homo sapiens” daima hayvanlardan farklı olarak nitelendirilmiştir.

Bu hususta yapılan arkeolojik buluntularda da duvar yazıları ve mağara resimlerinde bu “insan” duvarlara bazı nesne yahut olayları betimleyerek iradesi neticesinde buna tezahür eden şeyi somutlaştırma gayreti içerisine girmiştir. Birey doktrinde temel olarak bağımsız varlığı olan ve ayrı tutulan canlı insan varlığıdır.

Bu kapsamda bireyden bahsedebilmek için evvela iradi insan davranışından söz edebilmelidir. Zira insan iradi davranmadığı başkalarının tarifiyle davranışlarına yön vermesi halinde birey değil yığın olacaktır Buradan hareketle farklı bilim dallarında farklı tanımlar bulunsa da yukarıda tarihsel sürecin başındaki insandan hareketle bireyin tanımı yapılacak olursa, kanaatimizce bireyden bahsedebilmek için doktrinle uyumlu olarak irade unsurunu tartışmak gerekmektedir.

Zira iradi insan davranışı, temelde özgürlüğün de bir yansıması olmakla birlikte diğer canlı varlıklardan birey tarifiyle birlikte insanı ayırmaktadır.

Bu noktada temel ayrım noktası olan özgürlük ve iradi davranış, insanı Temiz’in ifadesiyle “yığın” olmaktan bireye evirecektir.

Felsefi tarih incelendiğinde de iradenin hür olup olmadığı tartışılagelmiştir.

Bu hususta Aristoteles irade özgürlüğünün ahlaka uygun davranışın temeli olduğundan bahsederek özellikle suçlu şahıslar yönünden alternatifler arasında seçim hakkını kullandığını bu suretle de cezai sorumluluğun belirlenebileceğini ifade etmiştir.

Determinist felsefeyi savunan Schopenhauer, insan hayatının akrep ve yelkovanın hareketi gibi önceden tayin edilmiş olduğu görüşünü savunmuştur.

Devlet bahsinde görüşlerini biraz daha detaylandıracağımız Thomas Hobbes ise bireylerin doğal hal içerisinde iken kendi aralarında hür iradeleriyle sözleşme yaparak yetkilerini hükümdara devretmektedirler.

Zira Hobbes’a göre insan sosyal yaşam içerisinde mutludur.

Bu hususta kanaatimizce düşüncesi irdelenmesi gereken bir diğer müellif de İbn-i Haldun’dur.

İbn-i Haldun’a göre insan iradesi tabiatı itibariyle iyiye, iyiliğe yatkındır, ancak kötülük insanın hayvanlarla benzeşen içgüdü halinden kaynaklanmaktadır.

Bu hususta ayrıca asabiyet kavramını da literatüre kazandıran İbn-i Haldun nesep asabiyeti düşüncesi ile irade üzerindeki coğrafya etkisini de tartışmış ve ardından gelen müelliflere tartıştırmıştır.

Felsefeden ari olarak tarihsel süreç incelendiğinde ise üzücü bir durum olmakla birlikte birey kapsamına evvela yalnızca erkekler girmiş, kadınlar ne yazık ki bu kapsama dâhil edilmemiş ve dolayısıyla da iradelerine bir kıymet tanınmamıştır.

Zira bu hususta iradeleri kati surette kabul edilmeyen kölelerin de birey kapsamına dâhil edilmedikleri zikredilmeden bu husus geçilemeyecektir.

Antik Yunan ile Roma uygarlıklarının temel uygulamaları bu şekildedir.

Adı geçen uygarlıklarda kölelerin ve kadınların haklarının olmaması aslen birey dolayısıyla da özgür insan olmamaları nedeniyle uygarlığın o anki düşünce pratiğinde kabul edilen sistemin bir gereği olarak değerlendirilebilecektir.

Neticeten kanaatimizce ana hatlarıyla iradi davranabilen, bu meziyete sahip canlı insan varlığının birey tanımına vücut verdiğinden bahsedilebilecektir.

İnsan unsuru; toplum-millet ve devlet Devletin tanımına girmeden evvel bu hususta modern devlete dair felsefi alanda görüş ileri süren Thomas Hobbes ve John Locke ’un konuya dair düşüncelerinden bahsedilmesi gerekmektedir.

Hobbes’a göre; özetle insanlar doğuştan eşittirler, insan akıl sahibi olmasıyla diğer canlılardan ayrılmaktadır ve de toplum insanlar tarafından zorunlu olarak kurgulanmış yapay bir kurumdur.

Daha çok koruma içgüdüsünün etkisinde bulunan insan, belli bir toplumsal anlaşma söz konusu olmadığı zaman varlığını sürdürebilmek adına aklına geleni ya da işine geleni yapmaktan geri durmayacak, buna göre canının çektiğine sahip olmak isteyecektir.

Zira insan toplum içerisinde yaşadığında mutlu ve merhametlidir, bireysel olarak ise korkak acımasız ve mutsuzdur.

İşte insan bütünü oluşturan parçalar gibi kendi aralarında bu doğal hal içerisindeki olumsuzluklardan kurtulmak adına iradeleriyle sözleşme yaparak iktidar yetkisini hükümdara vererek doğal halden kurtulmuşlardır.

Oluşturulan bu düzene kendilerini yönetme ve kendileri adına hareket etme yetkisini vermişlerdir.

Bu bakımdan insanın sözleşmesiz şekilde toplumsallığı aslında bir problemdir.

 Zira insan çıkarlarını koruma dürtüsüne sahip, kararlarında egosunu ön plana alan ve bunun sonucunda amansız bir mücadeleye girişen canlı bir organizmadır.

Hobbes; insanların akıllarını kullanarak toplumsal bir mutabakat ile devleti kurduklarını söyleyerek “toplumsal sözleşme” tanımını ortaya koyarak tanımını da kendi ifadesiyle “İnsanları yabancıların saldırısından ve birbirlerinin zararlarından koruyabilecek ve böylece, kendi emekleriyle ve yeryüzünün meyveleriyle kendilerini besleyebilmelerini ve mutluluk içinde yaşayabilmelerini sağlayacak böylesi bir genel gücü kurmanın tek yolu;

bütün kudret ve güçlerini, tek bir kişiye veya hepsinin iradesini oyların çokluğu ile tek bir iradeye indirgeyecek bir heyete devretmeleridir.” şeklinde yapmaktadır.

Zira Hobbes insanların bu halde iken birbirileriyle sürekli bir savaş içerisinde olduğunu, insanların iradesinin yalnızca özgürlüğe delalet etmeyeceğini, hayattaki her şeyin bir nedeni olduğu düşüncesini de savunmaktadır. Leviathan adlı eserinde de zikrettiği gibi “homo homini lupus” yani “insan insanın kurdudur” şeklindeki ifadesiyle birey iradesi üzerinde bir otorite olmaması halini özetlemektedir. Liberal bireyciliğin babası olarak nitelendirilebilecek9 John Locke’a göre ise insan doğa durumundadır.

Fakat doğa durumu Hobbes ’un doğal halinden farklı olarak iyilik içerisinde olmakla birlikte bazı sakıncaları da mevcuttur. Zira insan bu hal içerisinde iken insan mutlak özgürlük içerisindedir ve özgürlüğü üzerinde herhangi bir otorite söz sahibi değildir.

Locke ‘un kendi tanımı ile doğa durumu “Tabiat kanunlarına bağlı kalarak, başka bir insanın isteğine bağlı kalmadan ya da terk etmesini istemeden hareketlerini ve uygun olduklarını düşündükleri malların ve insanların tasarrufunu düzenlemek için mükemmel bir özgürlük durumudur.” şeklindedir.

Hobbes ‘un aksine Locke’a göre insanlar doğa durumunda ilen savaş halinde değil aksine iyilik içerisindedir. Ancak bu hal içerisinde iken kurallara uyanlar ile uymayanlar arasındaki toplumsal çelişki meydana gelmektedir.

Locke ‘un doğa durumunda insanlar doğal bir eşitlik, özgürlük içerisinde yaşamaktadır, ona göre mutluluğa barış, özgürlük ve güven içerisinde ulaşılacaktır.

Doğa durumunda yaşayan insanların temel olarak varlıklarını devam ettirme ve doğal yasalara karşı gelenlere yaptırım uygulama hakkıdır.

Fakat cezalandırma ve yaptırım uygulama hakkı kullanılırken ihkak-ı hak durumunun meydana gelmesinin asli unsurunun kişisel öfke olması doğa durumunun sakıncasını meydana getirmektedir  İşte toplumu oluşturan bireyler bunu engellemek ve kendilerine dair kuralları koyma ve aksi halde kendileri adına cezalandırma yetkisini kullanmak üzere güven olgusu üzerine bu yetkilerini sosyal sözleşme çerçevesinde teşekkül eden devlete devretmektedirler.

Bireylerin mutlak özgürlüğe sahip olduğu varsayımında özgürlükler çemberleri başkaca bireylerin hak ve özgürlükler çemberlerine bir saldırıyı doğal olarak gerektireceğinden mutlak özgürlüğün kabulünün mümkün olmadığı ve en yerinde özgürlük tarifinin 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ndeki tariften de esinlenilerek, özgürlüğün başkasının hak ve özgürlüklerine saygı içerisinde mutlak olmayan ve fakat sınırlandırılması da ana çekirdek haklara halel getirmeyecek şekilde bulunan, insanın iradi olarak kullanacağı haklar olduğunun kabulü gereklidir. Bireylerin bu özgürlüklerini kullanmaları, özgürlüklerini kullanırken başkaca bireylerin özgürlüklerine bir saldırının olmaması adına devletin varlığı şarttır. Bireyler devleti kurarken korunma içgüdüsüyle iradi olan bazı hak ve yetkilerini kendisi adına kullanması için devlete devreder.

Bu yetkiler anayasa genel teorisinde doktrinde tartışıldığı üzere yasa yapma, kural koyma yetkilerini oluşturan yasama; konulan kuralları ve belirlenen yasaları icra ve infaz etme yetkilerini oluşturan yürütme; devletin yahut bireylerin yasa ve kurallara aykırılığı halinde, ihtilafları çözen ve gerektiğinde bireyin devrettiği cezalandırma yetkisini kullanarak kurala aykırı davranan bireyi cezalandırma yetkilerini oluşturan yargı erkleridir. Devleti oluşturan insan tanımına dair doğal olarak farklı yorumlar da elbette mevcuttur. Atatürk milleti ırk, din yahut kültür bakımından değerlendirerek “Türkiye halkı, ırken veya dinen veya harsen (kültürel) birleşik ve yekdiğerine karşı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu ve mukadderat ve menfaatleri ortak olan bir toplumsal heyettir” diyerek tarif etmektedir.

Zira bu tanım akabinde ibare anayasalarda da yer almış ve neticeten millet tanımı vatandaşlık tanımı ile özdeşleşerek Anayasanın 54. Maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” şeklindeki tanım ile yürürlüktedir. Neticeten Devlet, aynı toprak parçası üzerinde, kendisini oluşturan bireyler tarafından kurulan ve gene kendisini oluşturan bireylerin devrettiği bahsi geçen yasama, yürütme ve yargı yetkileriyle bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyarak güven içerisinde yaşamalarını sağlayan kül iradedir denilebilecektir. Temel olarak literatürde devletin insan unsuruna dair toplum, topluluk denilse de kanaatimizce bu ifade millet olarak kullanılmalıdır.

Zira millet tanımı aynı ülküyü paylaşma hususunu da içerir.

Devlet aslen kendisini kuran insanların birlikte yaşama kararlılığından doğduğundan, onu oluşturan insanlara da belirtildiği şekliyle millet denilmesi daha doğru olacaktır.

Bu cihetle devlet; bir millet, milletin yaşayacağı toprak parçası ve bu toprak parçası üzerinde egemen olma unsurlarını barındırmaktadır. Sonuç Milletimiz açısından bakılacak olursa, tarih boyunca devletsiz kalmamış, temel devlet tanımlarında unsurlardan olan toprak parçası üzerinde egemenliğini kurarak daima biri diğerinin devamı halinde Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada devlet-i ebed müddet anlayışı içerisinde tarih sahnesinin her anına, mukim coğrafyanın her karışına adını kazımıştır.

 

 

Soner BAŞKALE

İstanbul Hakim i

 

 

KAYNAKÇA: GÜRİZ, Adnan, Hukuk Felsefesi, 16. Baskı, Ankara 2021 ÖKTEM, Niyazi/ TÜRKBAĞ, Ahmet Ulvi, Felsefe Sosyoloji Hukuk ve Devlet, 8.Baskı, İstanbul 2022 ELEKTRONİK KAYNAKLAR Türk Dil Kurumu Sözlüğü, http://www.sozluk.gov.tr Wikipedia Ansiklopedi, https://tr.wikipedia.org MAKALELER VE DOKÜMANLAR TEMİZ,  Özgür, Özgürlüklerin Temeli Olarak Birey Ve Ortaya Çıkışı TEMİZ, Özgür, Özgürlük Ve Güvenliğin Çatışması: Hobbes Ve Günümüz Modern Devleti, https://www.atauni.edu.tr/ TEMMUZ 2024

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve adliyehaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.