İstanbul Ağır Ceza Hakimi Abdurrahman Burak KARAHAN
Köşe Yazarı
İstanbul Ağır Ceza Hakimi Abdurrahman Burak KARAHAN
 

TANZİMAT FERMANI’NA GENEL BİR BAKIŞ

TANZİMAT FERMANI’NA GENEL BİR BAKIŞ   TARİHSEL VE DÜŞÜNSEL  ARKA PLANIYLA TANZİMAT FERMANI’NA GENEL BİR BAKIŞ   “Mutlak hükümranlık elinde olan Allah aşkındır, cömerttir ve O’nun her şeye gücü yeter”.   Gülhane Hatt-ı Hümayunu ya da çalışmamızda kullandığımız terminolojiyle Tanzimat Fermanı; ilanına giden tarihsel süreç, getirdiği yenilikler ve kapsamındaki temel hak ve hürriyetler ile Türk Hukuk Tarihi bakımından önemli bir belgedir.  Bu belgenin ilanı Osmanlı’da “Tanzimat” adı verilen yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Çalışma konumuz olan fermana ve bir döneme adını veren “tanzimat” kelimesi Türk Dil Kurumu (TDK) güncel Türkçe Sözlük’te “İdari işlerin düzeltilmesi için alınan önlemlerin ve uygulamaların tamamı”olarak tanımlanmış olup, “düzenlemek, sıraya koymak ve ıslah etmek” anlamlarına gelen tanzim kelimesinden türemiştir. Bununla birlikte “Tanzimat” kelimesi daha çok hukuki faaliyetleri çağrıştırır nitelikte bir kelime olup, Batılı yazarlarca da “legislation” kavramıyla ifade edilmektedir. XV. ve XVI. yüzyıllardaki askeri ve siyasi başarılarıyla yükselme dönemini yaşayan Osmanlı Devleti’nde oluşan yenilmezlik ve mükemmellik algısı devlet yönetiminin çağın koşullarına uyarlanamaması ve Batı karşısındaki askeri ve siyasi üstünlüğün devamının sağlanamaması nedeniyle yerini buhranlı bir döneme bırakmıştı. Osmanlı devlet adamları yükselme dönemini yaşamış Osmanlı’yı içinde bulunduğu bu buhranlı dönemden çıkarmak amacıyla 3 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen Tanzimat Fermanı ile başlayan Tanzimat Dönemi’nde birçok alanda önemli ıslahatlar yapmışlardı. Bu bakımdan Mustafa Reşit Paşa tarafından bugünkü Gülhane Parkı’nda ilan edilen Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.  Bu bakımdan bir yandan Osmanlı’nın varlığını devam ettirebilmesi için yapmak zorunda olduğu kapsamlı ve köklü değişiklikler diğer taraftan ise Batılı devletlerin kendilerini hamileri olarak gördükleri azınlıklara yönelik eşitlik ve verilen haklara yönelik güvence sağlanmasına yönelik taleplerinin bir sonucu olarak altyapısı II. Mahmut döneminde hazırlanan Tanzimat dönemi 1839 yılında Mustafa Reşit Paşa’nın Tanzimat Fermanı’nı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) okumasıyla başlamıştır.   TANZİMAT FERMANI’NIN İLANINA GİDEN SÜREÇ Osmanlı Devleti XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Batı karşısında bir geri kalma sürecine girmiştir. Bu geri kalma sürecinin başlamasında yükselme dönemi itibariyle devletin yönetim kademesinde oluşan mükemmellik ve üstünlük algısı, Osmanlı toprak sisteminin ve buna bağlı olarak askeri yapının bozulması, Avrupa’da ortaya çıkan coğrafi keşifler, Reform ve Rönesans hareketleri, Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi,bilim ve teknolojide Batı’nın gerisinde kalınması gibi sebeplerin sayılması mümkündür. Batı karşısında geri kalma sürecine giren Osmanlı’da aynı zamanda reaya da kötü yönetimden kaynaklı olarak devlete karşı olan inanç ve bağlılığını kaybetmeye başlamıştı. Zira XVI. yüzyılın sonlarında, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Osmanlı’nın siyasi, ekonomik ve idari yapısında birtakım çözülmelerin olduğu reaya nezdinde de ortaya çıkmış, devletin topluma sağladığı kişi ve mal güvencesi, adalet gibi ilkeler önemli ölçüde sarsılmış ve hatta fiilen ortadan kalkmıştı. Hem Batı karşısında bilimsel, teknolojik ve ekonomik açıdan bir gerileme sürecine girilmesi hem de reayada devlete olan inanç ve bağlılığın azalması başta padişahlar olmak üzere Osmanlı devlet adamlarının birtakım çareler aramasını zaruri kılmıştı. Bu kapsamda XVI. yüzyılın sonlarında fermanlar, risaleler ve layihalar hazırlanmıştır. XVI. yüzyılın sonlarında hazırlanan bu belgelerde devletin içinde bulunduğu buhranlı dönemin kötü yönetim sonucu olarak reaya üzerindeki zulüm ve baskıdan kaynaklı olduğu kabul edilmiş ve bu kapsamda çareler aramıştı.10 Başka bir deyişle XVI. yüzyılın sonlarında Osmanlı devlet adamları devletin içinde bulunduğu buhranlı dönemin Batı’daki gelişmelerin takip edilememesi ve Batı karşında geri kalınmaya başlamasından kaynaklı olduğunu kabul etmek istememişlerdi. XVII. yüzyıldan itibaren Batı karşısında geri kalma sürecine girildiği kabul edilmemekle beraber Devlet’in eski günlerindeki gibi olmadığı da devlet adamlarının farkına vardığı bir gerçekti. Bu gerçeğin farkına varan Osmanlı devlet adamları Osmanlı’yı eski ihtişamlı günlerine döndürmek için ıslahatlar yapma ihtiyacı duymuşlardı. Ancak yapılan ıslahatların kalıcı bir çözüm sunamamaları, ıslahatı yapan kişilerin görev süreleriyle sınırlı olmaları, yöneldikleri alan itibariyle ihtiyaçlara cevap verecek nitelikte olmamaları, Batı’dan özellikle bilim ve teknoloji alanında geri kalındığının kabul edilmemesi, Batı’da yaşanan siyasi, ekonomik ve bilimsel gelişmelerin kavranılamaması, çağın gelişmiş devletleri esas alınarak ıslahatlar yapmak yerine yükselme dönemi Osmanlı Devlet düzeninin esas alınarak ıslahatlar yapılması gibi sebepler, yapılan ıslahatlardan da sonuç alınamamasına sebep olmuş ve geri kalma sürecinin hızlanmasına engel olamamıştır. XVII. yüzyılın sonlarına gelindiğinde devletin içinde bulunduğu buhranlı dönemde her alanda olduğu gibi askeri alanda da Osmanlı’nın üstünlüğü sona ermiş ve Batı’ya karşı yapılan savaşlarda mağlubiyetler alınmaya ve toprak kaybedilmeye başlanmıştı. Bu kapsamda Osmanlı’nın Batı’ya karşı olan askeri üstünlüğünün sona erdiği ve Osmanlı’da gerileme dönemini açan 1699 tarihli Karlofça Anlaşması önem arz etmektedir. Karlofça anlaşması ile Osmanlı Devleti ilk kez bir müzakere neticesinde anlaşma imzalamıştır. Böylelikle önceleri kendi şartlarını karşı tarafa dikte ettiren Osmanlı Devleti ilk kez masa başı diplomasi ile tanışmış oldu. Öte yandan Karlofça anlaşmasında Osmanlı Devleti tarihinde ilk kez bir antlaşma için arabulucu kullanmak zorunda kalmıştı. Bu bakımdan Karlofça Antlaşması Osmanlı Devleti’nin yenilgisinin ilk resmi belgesidir. Karlofça Anlaşması sonrasında artık Batı’nın askeri üstünlüğü kabul edilerek, Batı’nın askeri ve teknik üstünlüğü üzerinde düşünülmeye başlanılmıştır.  Bu kapsamda Batı’daki gelişmelerin takip edilebilmesi amacıyla Batı’ya elçiler  gönderilmiş, bu elçiler vasıtasıyla Batı’daki askeri ve teknik gelişmeler takip edilmeye çalışılmıştır. Bu bakımdan XVIII. yüzyılda III. Selim dönemine kadar ıslahatlar askeri ve teknik alana odaklanmış, devletin içinde bulunduğu durum askeri başarısızlıktan ve Batı’nın teknik üstünlüğünden kaynaklandığı kabul edilmiştir. Başka bir deyişle XVIII. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı devlet adamları artık Batı’nın gerisinde kalınmaya başlandığının farkına varmışlardır.  Böylelikle Osmanlı’nın kurtuluşunun Batı’nın kat ettiği bilimsel ve teknolojik gelişmelerin Osmanlı’ya aktarılması olduğu fikri oluşmuştur. Bu bakımdan XVII. yüzyıl ıslahatlarından farklı olarak yapılan ıslahatlarda Batı esas alınmıştır. Artık kurtuluşun eski müesseselerin geri dönüşü ile olabileceğine ilişkin görüş yerini çağın gereklerine uygun yeni müesseselerin tesisi ile oluşabileceğine bırakmıştır. Osmanlı’daki tüm bu gelişmelere paralel olarak Batılı devletler de Osmanlı’nın eskisi gibi olmadığının farkına varmışlardı. Coğrafi keşifler ve Sanayi Devrimi ile ticari ve ekonomik gelişmelerin yaşandığı Batı eskisi gibi olmayan Osmanlı’yı önemli bir Pazar olarak görmekteydi.  Şüphesiz bu pazarı kendi istekleri doğrultusunda yönetebilmek Batılı devletleri Osmanlı’yı kendi öngördükleri şekilde dizayna sevk etmekteydi.  Bu bakımdan Batı, Osmanlı’nın hem iç politikasında hem de dış politikasında etkili olmak niyetindeydi. Bu ise Osmanlı’daki gayrimüslimler ve kendileriyle yakın temasta bulunan devlet adamları üzerinden olmaktaydı.  Batı’nın gayrimüslimler ve devlet adamları üzerinden etkisi ve baskıları Osmanlı’da birtakım ıslahatların yapılmasına ve nihayetinde de Tanzimat Fermanı’nın ilanında etkili olmuştur. XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde Osmanlı Devleti bir yanda XVIII. yüzyılın sonlarında gerçekleşen Fransız İhtilali’nin etkisiyle ortaya çıkan milliyetçilik akımları neticesindeki isyanlarla diğer yanda ise Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın asiliğiyle uğraşmaktaydı.  Bu bakımdan Osmanlı Devleti yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle zor duruma düşmekte, bir yandan Sırplar ve Yunanların isyanları neticesinde Batı ile ilişkileri bozulmakta diğer yandan ise Osmanlı’nın bir valisiyle bile baş edemeyecek durumda olduğunu tüm dünya görmüş olmaktaydı. Bu bakımdan esasen Devlet bir anlamda parçalanma ve dağılma sürecine girmiş olmaktaydı. Dolayısıyla tüm bu gelişmeler Osmanlı’yı Tanzimat Fermanı’nın hazırlanmasına ve ilanına götüren süreçte önemli unsurlardır. Tanzimat Fermanı’nın ilanına giden süreçte Fransız İhtilali neticesinde ortaya çıkan milliyetçilik akımı önem arz etmektedir. Milliyetçilik akımı Osmanlı, Rusya ve Avusturya gibi imparatorluk özelliği gösteren devletlerde etkisini hissettirmiştir. Bu kapsamda Osmanlı’da bazı devletlerin desteğiyle azınlıkların devlete karşı ayaklandıkları görülmektedir. Bu bakımdan Osmanlı Devleti Fransız İhtilali neticesinde yayılan fikirlerin yıkıcı etkisinin önüne geçmek maksadıyla alınmış bir tedbir olarak nitelendirebileceğimiz Tanzimat Fermanı’nı ilan etme ihtiyacı duymuştur. Fransız İhtilali ile milliyetçilik akımı dışında adalet, eşitlik, hürriyet gibi fikirler de tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Zira Fransız İhtilalinden sonra ilan edilen 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi eşitlik, hürriyet gibi temel hak ve hürriyetlerden bahsederek geniş coğrafyalarda etkisini hissettirmekteydi. Bu bakımdan devletler artık bildiride söz edilen temel hak ve hürriyetleri gözetmek zorunda kalmışlardı. Nitekim Tanzimat Fermanı’nda da bu hususun gözetildiği görülmektedir. Tanzimat Fermanı’nın ilanında her ne kadar 1789 tarihli Fransız İhtilali ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi neticesinde ortaya çıkan gelişmeler de etkili olmuşsa da Tanzimat fermanı esasen Devletin iç dinamiklerinden kaynaklı olarak ilan edilmiştir. Bu kapsamda gayrimüslim azınlıklar Osmanlı’yı Tanzimat Fermanı’nın ilanı sürecine götüren en önemli iç dinamiklerdir. Tanzimat Fermanı’nın ilanına giden süreçte III. Selim ve II. Mahmut dönemleri haiz oldukları önem nedeniyle çalışmamız kapsamında ayrı başlıklar altında değerlendirilecektir.   III. SELİM DÖNEMİ 1789 yılında tahta çıkan III. Selim XVIII. yüzyılda hüküm süren diğer padişahlardan farklı olarak ıslahatların sadece askeri alanda değil; yönetim, hukuk, siyaset ve diğer tüm alanlarla birlikte bir kül olarak ele alınması gerektiğini düşünen ilk padişahtır. Buitibarla III. Selim dönemi Tanzimat Fermanı’nın ilanına giden süreçte önem arz etmektedir. III. Selim döneminde devletin belli alanlarda ıslahat yapmadan varlığını sürdüremeyeceği anlaşılarak Batı’daki gelişmeler esas alınarak yenilik hareketine girişilmiştir.  Bu bakımdan III. Selim Batı’nın sadece askeri ve teknik gelişmelerinin değil aynı zamanda yönetim, hukuk ve siyasal gelişmelerini de Osmanlı’ya aktarılmasını sağlayacak yenilikler yapmayı amaçlamıştır. Başka bir deyişle III. Selim döneminde yapılan ıslahatlar Batı’nın bilimsel ve teknolojik üstünlüğü kabul edilerek söz konusu gelişmelerin Osmanlı’ya da aktarılmasıyla yeni bir devlet düzeni oluşturma gayesi yapılmıştır. Bu bakımdan III. Selim dönemi ıslahatları “Nizam-ı Cedid” (yeni düzen) ismiyle anılmaktadır.26 Nizam-ı Cedid ile Tanzimat Fermanı’nın ilanına giden süreç başlamıştır. Nizam-ı Cedid ıslahatları yapılırken Batı esas alınmış ise de dini hususlar da göz ardı edilmemiştir. Bu durumun nedeninin ise muhafazakâr kesimin tepkisinin önüne geçmek olduğu kabul edilmektedir. Ancak her ne kadar muhafazakâr kesimin tepkilerinin önüne geçmek amaçlanmış ise de III. Selim Nizam-ı Cedid ıslahatlarının bedelini canıyla ödemiştir. Nitekim muhafazakâr kesim III. Selim’in ordu ve donanmada yapmak istediği Batılaşma hareketini dahi dine aykırı görmüştü. Tahtan indirilmesine sebep olan Kabakçı Mustafa isyanının arkasında Şeyhülislam Ataullah Efendi’nin bulunduğu bilinmektedir. Bunun nedeni olarak ise yeni düzenin en önemli özelliği olan ulemanın öncü gücünün aşağı çekilmek olması gösterilmektedir. III. Selim yaptığı yeniliklerin bedelini canıyla ödemiş ise de III. Selim dönemi Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayan Tanzimat döneminin temellerinin atıldığı bir dönem olmuştur. II. MAHMUT DÖNEMİ III. Selim ile birlikte Batılı anlamda önemli ıslahatlarına imza atan diğer bir padişah ise II. Mahmut’tur. 28 Temmuz 1808 tarihinde Alemdar Mustafa Paşa’nın Kabakçı isyanı ile tahttan indirilen III. Selim’i IV. Mustafa’nın yerine tekrardan tahtta çıkarmak üzere başlattığı hareket III. Selim’in boğdurulması nedeniyle II. Mahmut’un tahta çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Alemdar Mustafa Paşa’nın başlattığı hareket neticesinde tahta çıkan II. Mahmut’un ilk icraatı Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’yı sadrazam olarak tayin etmek olmuştur. Bunun bir sonucu olarak da merkezi yönetim ile taşrada fiili hâkimiyeti elinde bulunduran ayanlar arasında II. Mahmut döneminin şüphesiz en önemli gelişmesi olarak kabul edilen “Sened-i İttifak” kabul edilmiştir. 7 Ekim 1808 yılında Alemdar Mustafa Paşa’nın çağrısıyla payitahta gelen ayanlarla merkezi yönetim arasında yapılan müzakereler neticesinde bir giriş, yedi madde ve bir sonuç bölümünden oluşan Sened-i İttifak kabul edilmiş ve böylelikle Osmanlı’da ilk kez padişahın karşısında bir gücün varlığı kabul edilmiş oldu. Sened-i İttifak’ta merkezin ve ayanların kazanımları olduğu gibi reayanın da kazanımları olmuştur. Ancak Sened-i İttifak kabul edilmesinden birkaç hafta sonra 16 Kasım 1808 tarihinde çıkan bir Yeniçeri ayaklanması neticesinde Alemdar Mustafa Paşa öldürüldüğü için Sened-i İttifak sahipsiz kalmış ve uygulanmaya konulmamıştır. II. Mahmut III. Selim dönemindeki  Batı’nın esas alındığı değişimi ve yeni düzen kurma kararlılığını devam ettirmek niyetindeydi. Bu kapsamda merkezi yönetimi güçlendirme çalışmalarına önem veren II. Mahmut ıslahatların ve yeni düzenin kurulmasının önünde en büyük engel olarak gördüğü Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmıştır. “Vakay-ı Hayriyye” (hayırlı olay) olarak adlandırılan bu olay Osmanlı’daki köklü değişikliklerin esası olarak kabul edilmektedir.3 Zira Osmanlı’da Tanzimat’a kadar yapılan ıslahat çalışmalarının birçoğu çıkarları zedelenen ve bu nedenle mevcut durumun korunmasından yana tavır koyan Yeniçeriler tarafından engellenmiştir. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Tanzimat’a giden süreçte önemli bir engel kaldırıldığından ıslahat çalışmalarına hız ve rilmiştir. Böylelikle Osmanlı’da Batılaşma bir daha önü kapanmamak üzere açılmış oldu. II. Mahmut döneminde Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra devlet adamlarının ölümünden sonra malvarlıklarının hazineye intikaline ilişkin müsadere usulüne son verilmiştir. Padişah müslim-gayrimüslim ayrımı yapılmaksızın tüm tebaasına öldüklerinde malvarlıklarının mirasçılarına kalacağını ilan etmiştir. Öte yandan Tarik-i İlmiyeye Dair Ceza Kanunname-I Hümayunu ile ulemaya ilişkin olarak kadıların yetkilerini kötüye kullanmasının engellenmesi amaçlanmaktayken, Memurine Mahsus Ceza Kanunu ile memurlara ilişkin olarak siyasi katli ortadan kaldırılmaktaydı. Söz konusu metinler; kanun metinlerinde yazan suçlardan başka ceza ile cezalandırmama ilkesini getirdikleri için önem arz etmektedir. II. Mahmut dönemi ıslahatlarında Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik akımı da etkiliydi. II. Mahmut döneminde milliyetçilik akımının meydana getirdiği olumsuzlukların önüne geçmek maksadıyla merkezi yapının güçlendirmeye çalışıldığı ve Tanzimat Fermanı’na giden sürece girildiği görülmektedir. Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayan Tanzimat Dönemi’nin temelleri esasen II. Mahmut döneminde atılmıştır. II. Mahmut devletin içinde bulunduğu buhranlı dönemden çıkışın tek yolunun Batılılaşmak olduğunu düşünmüştür. Bu itibarla II. Mahmut döneminde Tanzimat Fermanı’nın baş mimarı Mustafa Reşit Paşa gibi gelecek vadeden gençler Avrupa’ya gönderilmiştir. Mustafa Reşit Paşa bu kapsamda öncelikle Paris ortaelçiliği ve Londra büyükelçiliği görevlerine atanmıştır.  1837 yılında ise Hariciye vekili olarak dönüş yapmıştır. Tanzimat Fermanı’nın baş mimarı Mustafa Reşit Paşa uzun süre Avrupa’da görev yapmış ve Devlet’in içerisinde bulunduğu zor duruma çareler aramış, devletin kurtuluşunun bir an önce çağın gereklerine uygun bir devlet düzeni kurulması olduğu sonucuna varmıştır. Bu kapsamda da dönemin padişahı II. Mahmut’u değişim konusunda etkilemiştir. Dolayısıyla Tanzimat Fermanı’nın hazırlıkları da esasen II. Mahmut döneminde başlamıştır. Ancak fermanın ilanı II. Mahmut’un ölümünden sonra tahta çıkan Abdülmecid döneminde gerçekleşmiştir. Osmanlı’da din, mezhep farkı gözetmeksizin tüm tebaanın eşit olduğu konusunda ilk sinyaller II. Mahmut döneminde verilmiştir.  Fransız ihtilali neticesinde ortaya çıkan milliyetçilik akımından etkilenen devleti bir arada tutma gayesinde olan II. Mahmut “Ben tebaamın Müslüman’ını camide, Hristiyan’ını kilisede, Musevi’sini havrada fark ederim. Aralarında başka türlü bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır.”şeklindeki meşhur söylemiyle tebaasının eşitliğinden bahsetmiştir. II. Mahmut’un bu sözü eşitlik prensibini  ortaya koymakla birlikte bu prensip henüz resmiyete dökülmediği için hukuki bir değer ifade etmediği  kabul edilmektedir.  Bu itibarla Mustafa Reşit Paşa padişahı bir vesika yapmaya ikna etti. Mustafa Reşit Paşa vesikanın kapsayacağı ıslahatlara da “TanzimatHayriyye” adını vermişti. Neticeten; II. Mahmut dönemi ile ilgili yukarıda yer verilen açıklamalardan anlaşılacağı üzere müsadere yasağı, kanunilik ilkesi, eşitlik gibi temel haklardan bahsedilmiştir. II. Mahmut dönemindeki bu gelişmeler Tanzimat Fermanı ile bir belgeye bağlanmış ve ilan edilmiştir. II. Mahmut döneminin sonlarına doğru Devlet’in sekiz yıldan beri uğraşmakta olduğu Mehmet Ali Paşa’nın sebebiyet verdiği Mısır Meselesi’nin tekrardan ortaya çıkması Devlet hazinesini sıkıntıya sokmuş olup 24 Haziran 1839’da Mısır Kuvvetleri’nin Osmanlı ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmasının ardından 1 Temmuz’da II. Mahmut vefat etmiş yerine oğlu Sultan Abdülmecid geçmiştir. Mustafa Reşit Paşa II.Mahmut’un vefatıyla tahta çıkan Sultan Abdülmecid’I “Tanzimat- Hayriyye” ıslahatlarının gerekliliğine ikna ederek bu esaslar dâhilinde Tanzimat Fermanı’nın ilanını sağlamıştır. TANZİMAT FERMANI’NIN İLANI VE ÖZELLİKLERİ II. Mahmut’un ölümüyle tahta çıkan oğlu Abdülmecid’in izniyle hariciye nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından devlet otoritesini güçlendirmek için temel kurumlarda değişiklik yapmak ve Batılı devletlerin desteğini sağlamak amacıyla Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu ya da Gülhane Hatt-ı Şerife olarak da bilinir) ilan edilmiştir.  Böylelikle Osmanlı tarihinde ilk kez padişah kendi isteğiyle yetkilerini sınırlandırmış olmaktadır. Mustafa Reşit Paşa bugünkü Gülhane Parkı’nda nazırlar, ulema, diğer devlet büyükleri, lonca ve esnaf temsilcileri, yabancı devlet elçileri ve büyük bir halk topluluğu önünde fermanı törenle okumuştur. Sultan Abdülmecid töreni Gülhane Kasrı’ndan izlemiştir.  Sonrasında kurbanlar kesilmiş, toplar atılmış,şenlikler yapılmıştır. Ertesi gün yemin faslı başlamış,başta padişah olmak üzere fermanın hükümlerine bağlı kalınacağına dair Kuran’a el basmak suretiyle and içilmiştir. Sonraki günlerde ise vilayet, sancak ve kaza merkezlerinde bulunan devlet büyükleri and içmişlerdir. Böylelikle Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Dönemi resmen başlamış oldu. 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı Osmanlı devlet yönetiminde modernleşmenin gerçek ve esas başlangıcı olarak kabul edilmektedir.  Bizzat padişahın ağzından kaleme alınan ve hükümdarın tek taraflı bir irade beyanının ürünü ve padişahın bir ihsanı olan Tanzimat Fermanı aracılığıyla devletin temel ilkeleri yeniden tanzim edilmiştir. Böylelikle Osmanlı Devleti’nde yeni bir döneme geçilmiş, Devlet merkezileşme yönünde yeniden bir yapılanma sürecine girmiştir. Tanzimat Fermanı bizzat padişahın ağzından kaleme alındığından padişahın emirlerini yansıtan bir buyruk niteliğindedir. Bu bakımdan ülkedeki herkesi bağladığı kabul edilmektedir. Öte yandan Tanzimat Fermanı içerdiği temel hak ve özgürlükler ile devlet yönetimine ilişkin düzenlemeleri nazara alındığında maddi anlamda anayasa olarak nitelendirilebilecekken, normlar hiyerarşisinde kanunların üzerinde olduğuna dair bir ibare içermemesi ve değiştirilmesine yönelik usulün belirtilmemesi nedeniyle şekli anlamda bir anayasa değildir. Tanzimat Fermanı kişinin temel hak ve özgürlükleri bakımından eksik de olsa derli ve toplu bir liste sunmaktadır. Bu yönüyle Tanzimat Fermanı’nın bir temel haklar beyannamesi olduğunu söylemek mümkündür.  Zira yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, insan onuruna saygı ilkesi, mali güce göre vergilendirme,askerlik ödevi ve kanunların üstünlüğü ve kanun önünde eşitlik gibi temel hak ve hürriyetlere yer verilmiştir. Bu bakımdan Tanzimat Fermanı anayasa olarak nitelendirilemese dahi anayasal bir belge özelliği gösterdiği bir gerçektir. Tanzimat Fermanı’nda yer alan temel hak ve özgürlüklere ilişkin ilkelerin güvencesinin padişahın bu fermanla halkına tanıdığı hakları savunacağına ve onlara aykırı davranmayacağına yönelik and içmesinden ibaret olması yetersiz görülmektedir. Öte yandan ulema ve devlet adamlarının yeminlerine sadık olmamaları durumu bakımından yeni düzenlenecek ceza kanunu tehdidi altında olmaları padişah dışındaki kimselerin fermanda düzenlenen ilkelere mutlak sadık kalmaları gerektiğini göstermektedir. Tanzimat Fermanı Osmanlı’nın hâkimiyetindeki tüm coğrafya için geçerli genel bir fermandır. Tanzimat Fermanı resmi gazete olan “Takvim-i Vakayi”de yayınlandıktan sonra her eyalet valisine ve sancak mütesellimine tebliğ olunmuş, vergi ve askerlik ile ilgili hususlar hakkında ileride gönderilecek emirlerin beklenilmesine, bunun dışında fermanda yer alan esasların derhal icrasına başlanılması gerektiği bildirilmiştir. Öte yandan fermanın son kısmında fermanda ilan edilen hususların tüm ülke halkı bakımından ilan edildiği vurgulanarak yeni gelişmelerden yabancı elçiliklere de haber verilmesinin öngörülmesi uluslararası alanda bir güvence olarak nitelendirilemese dahi siyasi ve diplomatik açıdan dikkat çekici bir husustur. Nitekim bu durumu Batılı devletlere bir hoş görünme çabası olarak nitelendirmek de mümkündür. Tanzimat Fermanı ilan edildikten sonra genel olarak olumlu karşılanmış olup, bazı muhafazakâr zümrelerin  memnuniyetsizliğine rağmen bir bayram edasıyla kutlanmıştı. Zira Tanzimat Fermanı gerilemekte ve parçalanmakta olan devleti dağılma ve çöküş sürecinden kurtarma başka bir deyişle kurtuluş umudu olarak kabul edilmekteydi. Ancak daha sonraları Müslüman ahali gayrimüslimlere verilen haklardan rahatsız olmuştur. Şüphesiz bunda ulema ve hatta bazı valilerin kışkırtmalarının etkisi olmuştur. Batı’da ise büyük bir sevinç meydana gelmiş hatta bazı Fransız gazetelerinde Osmanlı’da batı medeniyetinin bir zaferi olarak ilan edilmiştir. Öte yandan Tanzimat Fermanı Osmanlı gibi çok uluslu devletlerden olan Avusturya ve Rusya tarafından ise olumsuz karşılanmıştır.   TANZİMAT FERMANI’NA BAKIŞ GENEL OLARAK   Tanzimat Fermanı kapsamında devletin içerisinde bulunduğu buhranlı durum ve sebeplerine değinilmiş, bu buhranlı dönemden nasıl çıkılacağı anlatılmaya çalışılmıştır. Bu bakımdan her ne kadar Tanzimat Fermanı, Osmanlı’nın içerisinde bulunan zor koşulların aşılması için alınmış bir tedbir olmakla birlikte esasen mevcut şartlar altında oluşturulmak zorunda kalınmış bir belge özelliği de göstermektedir. Bu belge ile Osmanlı Devlet idaresinin yeni ilkeler temelinde düzenlenmesi, bu cihetle vatandaşların huzur ve güvenliğini sağlayacak hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması ve tüm bu değişimlerin kanuni temellerinin oluşturulması amaçlanmıştır. Tanzimat Fermanı’nın başında Osmanlı Devleti’nde kuruluştan beri Kuran hükümlerine ve şeriata uyularak devletin kudreti ve tüm halkın refah ve gelişmişliğinin istenilen seviyeye geldiği, ancak devletin içinde bulunduğu son yüz elli yılda meydana gelen birtakım olaylar nedeniyle Kuran hükümlerine ve şeriata bağlı kalınamaması ve uygun hareket edilememesi nedeniyle devletin eski kudret ve gelişmişliğinin yerini zayıflık ve fakirliğe bıraktığı, Sultan Abdülmecid’in tahta çıktığı süre zarfında devletin içinde bulunduğu durumdan nasıl çıkacağına yönelik çareler arandığı,bu kapsamda yapılacak düzenlemeler ile on – on beş yıla kalmadan devletin tekrardan arzu edilen noktaya geleceği belirtilerek bir anlamda Tanzimat Fermanı’nın neden ilan edilmesi ihtiyacı duyulduğu ortaya konulmuştur. Öte yandan Tanzimat Fermanı’nda padişah tüm düşüncesinin “mülk ve milleti ihya” olduğunu belirterek Tanzimat’ın amacının yalnız din ve devleti değil ülkeyi ve milleti de kalkındırmak olduğunu ortaya koymuştur. Tanzimat Fermanı’nda devletin içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmasının daha iyi bir yönetimi sağlayacak yeni kanunların çıkarılmasından geçtiği belirtilmiştir. Çıkarılacak yeni kanunların özellikle can, ırz,namus, şeref ve haysiyetin korunmasını, mal güvenliğini, vergilerin yeniden düzenlenmesini ve askerliğin düzene bağlanıp süreyle sınırlandırılmasını amaçlaması gerektiği zikredilmiştir. Tanzimat Fermanı modernleşme anlamında önemli bir adım olmasına rağmen III. Selim dönemi ıslahatları gibi şeriata sıkça değinilmesi yine muhafazakâr kesimin olası tepkilerinin önüne geçmek için olduğu kabul edilmektedir. Nitekim fermanda bir yanda ilan edilme gerekçesinin Kuran hükümlerine ve şeriat hükümlerine uymama olduğunun, öte yandan devletin içerisinde bulunduğu durumdan yeni kanunların çıkarılmasından geçtiğinin belirtilmesi esasen bir çelişki arz etmektedir. TANZİMAT FERMANI’NIN İÇERİĞİ Tanzimat Fermanı’nda devletin birtakım masraflar için paraya ihtiyaç duyduğu, bu paranın ise halkın vergileriyle karşılandığı belirtilmiştir. Bununla birlikte yürürlükte olan iltizam usulü zararlı bulunarak eleştirilmekte, iltizam usulünün devletin siyasi sınırlarını ve mali işlerini bir adamın eline ve belki de yıkıcı pençesine teslim etmek anlamına gelebileceği belirtilmiştir. Akabinde ise Fermanın ilanı ile artık “memleket ahalisinden her ferdin mülklerine ve gücüne göre bir uygun vergi tayin olunarak kimseden fazla bir şey alınamaması” emredilerek mali güce göre vergilendirme ilkesi kabul edilmiştir. Tanzimat Fermanında “her ferdin mülklerine ve gücüne göre bir uygun vergi tayin olunarak kimseden fazla bir şey alınamaması” emredildikten sonra “Devlet-i Aliyyemizin deniz ve karada askeri masrafları ve sairesi dahi olumlu kanunlar ile sınırlanmış ve belirlenmiş olup, ona göre icra olunması gereklidir.” denilmek suretiyle toplanan vergilerin kanunlarla kapsamı belirlenmiş olan alanlarda kullanılacağı belirtilerek devlet harcamaları bakımından kanunilik ilkesinin esas alındığı ortaya konulmuştur. Böylelikle halktan toplanan vergilerin keyfi olarak harcanamayacağı, harcamaların kanunların çizdiği esaslar çerçevesinde yapılacağı güvence altına alınarak devlet muhasebatı bakımından önemli bir esas olan devlet harcamalarının kanuniliği ilkesi kabul edilmiş olmaktadır. Tanzimat Fermanı’nda vergi ödevi dışında askerlik ödeviyle ilgili de önemli esaslar kabul edilmiştir. Bu kapsamda Tanzimat Fermanı’nda her şeyden önce vatanın korunması için asker vermenin halkın görevi olduğu belirtilmiştir. Akabinde mevcut asker alma sistemi eleştirilerek “bir memleketin mevcut nüfusuna bakılmayarak, kiminden tahammül derecesinden fazla ve kiminden noksan asker istenilmesi, hem düzensizliği ve hem tarım ve ticaretin faydalı işlerinin bozulmasını doğuran sebeplerden olduğu gibi, askerliğe gelenlerin ömürlerinin sonuna kadar kalmaları dahi, usanma ve nesil yetiştirmenin üremenin kesilmesini gerektirmekte olmasıyla, her memleketten lüzumu takdirinde talep olunacak askerler için bazı güzel usuller ve dört veyahut beş sene müddeti içinde dahi bir değişme yolu oluşturulması ve konulması halin gereğindendir.” denilmiştir. Bu suretle süresiz askerliğin sakıncalarından bahsedilerek askerlik hizmetinin belirli bir süreyle eşitlik esasına uygun olarak düzenlenmesi gerektiği esası kabul edilmiştir. Tanzimat Fermanı’nda ceza hukukunun birtakım evrensel ilkelerinin kabul edildiği de görülmektedir. Bu kapsamda Tazimat Fermanı’nda suç işleyenlerin davalarının kanunlara uygun olarak aleni bir şekilde görüleceği, bu şekilde verilen bir mahkeme kararı olmadıkça idam cezasının uygulanamayacağı belirtilmiştir. Bu bakımdan Tanzimat Fermanı’nda “davasız ceza olmaz” ve “açık yargılama” ilkeleri kabul edilmiştir. Öte yandan Ferman ile padişah kendisine tanınan mutlak bir hak olan örfi ceza verme yetkisinden de vazgeçmektedir.  Bu bakımdan yargı yetkisinin münhasıran mahkemelere bırakıldığı görülmektedir. Bununla birlikte hiç kimsenin kanunda yer alan nedenler dışında suçlanamayacağı esası da kabul edilerek “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” vurgulanmıştır. Bu bakımdan Tanzimat Fermanı Türk Ceza Hukuku Tarihi bakımından önemli bir belge niteliğindedir. Tanzimat Fermanı’nda tüm halka istisnasız olarak can ile ırz ve namus güvencesi sağlandığı belirtilmiştir. Böylelikle kişi güvenliği ve kişinin ırz, namus ve bu kapsamda da şeref ve saygınlığının devlet güvencesi altında bulunduğu devletin buna halel getirmeyeceği kabul edilmiştir. Bu bakımdan Tanzimat Fermanı ile vatandaşlar bakımından kişi dokunulmazlığı esası kabul edilmiştir. Tanzimat Fermanı’nda tüm halkın istisnasız olarak mal ve mülklerini tam bir serbestlikle malik ve tasarrufa ehil oldukları ve bu duruma kimse tarafından müdahale edilemeyeceği belirtilerek mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Bu bakımdan Tanzimat Fermanı ilan edildiği dönemin koşullarına göre vatandaşlara önemli bir güvece tanımıştır. Bu güvencenin doğal bir sonucu olarak da müsadere yasağına yer verilmiştir. Tanzimat Fermanı’nda müsadere yasağına açıkça yer verilerek bir kimsenin suç işlemesi halinde mal varlığının müsadere edilemeyeceği, zira müsaderenin o kişinin mirasçılarını miras hakkından mahrum ettiğini, suçlunun mirasçılarının o suçla alakaları olmaması karşısında bu durumun doğru olmayacağı belirtilmiştir. Böylelikle esasen bir anlamda “suçların ve cezaların şahsiliği ilkesi” de kabul edilmiş olmaktadır. Tanzimat Fermanı’nın belki de getirdiği esaslardan en önemlisi; II. Mahmut’un “Ben tebaamın Müslüman’ını camide, Hristiyan’ını kilisede, Musevi’sini havrada fark ederim. Aralarında başka türlü bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır.” sözünün tezahürü olan eşitlik ilkesidir. Tanzimat Fermanı’nda belirtilen hak ve güvencelerden din ayrımı olmaksızın tüm tebaanın yararlanacağı konusunda tam güvence verildiği belirtilmiştir. Bu bakımdan Müslümanlarla gayrimüslimler arasında eşitliğin esas alındığı ortaya konulmuş,dini inancı ne olursa olsun tüm Osmanlı tebaasının kanun önünde eşit olduğu vurgulanmıştır. Böylelikle Tanzimat Fermanı, bünyesinde barındırdığı hak ve hürriyetler nazara alındığında etnik ve dini farklılıkların önem arz etmediği devletin tüm tebaasını tek bir çatı altında toplayan “Osmanlı” kimliğinin ön plana çıkmasını sağlamak istemiştir. Bu noktada değinmekte fayda var ki; Batı’da eşitlik ilkesi sosyal sınıfların ve vatandaşların eşitliği yönünde gerçekleşirken, Osmanlı’da bu ilke esasen gayrimüslimlerin eşitliği şeklinde kendini göstermektedir. Ancak bununla birlikte Tanzimat Fermanı’nın açıklanması için çıkarılan ek fermanda “vezirden çobana kadar herkesin eşit olduğu” vurgulanarak aynı zamanda eşitliğin sosyal statüler bakımından da geçerli olduğu ortaya konulmuştur. Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar istediği her konuda buyruklar çıkaran padişah, Tanzimat Fermanı ile kanunların hazırlanmasını belirli kurullara bırakmakta,bu kurullarda herkesin çekinmeden düşüncelerini dile getirmesini istemekte ve kanunların onama yetkisini kendisinde tutmaktadır.92 Bu bakımdan her ne kadar kanunların hazırlanmasında başkalarının da söz hakkına sahip olduğu kabul edilse de esasen kanun koyma yetkisi yine padişahtadır. Öte yandan Tanzimat Fermanı’nda kanunların padişah da dâhil olmak üzere ulemayı, vezirleri ve tüm herkesi bağlayacağı açıkça ifade edilmiştir. Nitekim hem padişah hem de ulema ve vezirler kanunlara aykırı hareket etmeyeceklerine dair and içmişlerdir. Bu bakımdan kanunların padişahın iradesinin de üstünde olduğu kabul edilmiştir. Tanzimat Fermanı’nda her ne kadar padişahın kanunlara uymaması bakımından bir müeyyide söz konusu değil ise de ulema ve devlet adamlarının yeminlerine sadık olmamaları durumu bakımından yeni düzenlenecek ceza kanunu ile cezalandırılacakları ifade edilmiştir. Bu bakımdan Tanzimat Fermanı ile hem kanunların üstünlüğü hem de kanunlara saygı ilkesi benimsenmiştir.   SONUÇ Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nde uzun yıllar süren yenileşme istek ve ihtiyacının bir sonucu olarak hazırlanıp ilan edilmiştir.                Bu bakımdan her ne kadar ilanı ile azınlıkların devlete olan bağlılığı arzulandığı şekilde sağlanamamış, dolayısıyla “Osmanlı vatandaşı” kimliği oluşturma hareketi hüsranla sonuçlanmış ve devletin içinde bulunduğu dağılma döneminin önüne geçilememiş olsa dahi Ferman’ın muhteviyatında yer alan temel hak ve hürriyetler Türk Hukuk Tarihi ve anayasacılık hareketi bağlamında önem arz etmektedir. Zira Ferman’ın ilanıyla mali güce göre vergilendirme, cezaların şahsiliği, suçta ve cezada kanunilik, kanunların üstünlüğü, kanun önünde eşitlik, can, ırz ve mal güvenliği gibi önemli temel hak ve hürriyetler bir belge ile güvence altına alınmıştır. Tanzimat Fermanı padişahın bir ihsanı, lütfu olmasına rağmen alelade bir ferman değildir.  Bu Ferman ile Osmanlı’da önemli yenileşme hareketlerinin gerçekleştiği Tanzimat Dönemi başlamıştır. Tanzimat Dönemi kanunlaştırma faaliyetlerinin hızlandığı, sosyal,kültürel ve edebi alanlar da dahil olmak üzere pek çok alanda modern anlamda yenileşmenin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu bakımdan Tanzimat Fermanı’nın ilanı Osmanlı Devleti’nde önemli bir dönüm noktasıdır. Neticeten; Tanzimat Fermanı başlangıç kısmında ifade edildiği üzere Osmanlı Devleti’ni on – on beş yıl içinde eski ihtişamlı günlerine döndürmek bakımından yeterli olmasa dahi Türk Hukuk Tarihi ve anayasacılık hareketi bakımından önemli bir belgedir.   KAYNAKÇA: Akbulut İ, Türk Hukuk Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2018. Akça G / Hülür H, “Osmanlı Hukukunun Temelleri ve Tanzimat Dönemindeki Hukuksal Yeniliklerin Sosyo-Politik Dinamikleri”, S. 19, 2006, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, ss. 295-321. Akyıldız A, “Sened-i İttifak’ın ilk Tam Metni”, S. 2, 1998, İSAM Araştırmalar Dergisi, ss. 209-222. Akyol T, Türkiye’nin Hukuk Serüveni: Fıkıhtan Hukuka ve Demokrasiye Geçiş Sorunları, Doğan Kitap, İstanbul, 2014. Aslan S / Yılmaz A, “Tanzimat Döneminde Osmanlı Bürokratik Yapı ve Düşüncesinin Değişimi”, C. 2, S. 1, 2001, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, ss. 287-297. Aydın M A, Türk Hukuk Tarihi, 16. Baskı, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2019. Cin H / Akyılmaz G, Türk Hukuk Tarihi, 11. Baskı, Sayram Yayınları, Konya, 2019. Gayretli M, “Tanzimat Sonrasından Cumhuriyete Kadar Olan Dönemde Kanunlaştırma Çabaları”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Ana Bilim Dalı, İstanbul, 2008. Gözler K, Türk Anayasa Hukuku, 2. Baskı, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2018. http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/belgeler/233.pdf https://islamansiklopedisi.org.tr/sened-i-ittifak https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/mulk-suresi-67/ayet-1/kuran-yolu-meali-5 https://sozluk.gov.tr https://tr.wikipedia.org/wiki/III._Selim https://tureng.com/tr/turkce-ingilizce/legislation İnalcık H, Halil İnalcık, “Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri”, C. 28, S. 112, 1964, Belleten, ss. 623-690. İnalcık H, “Sened-i İttifak Ve Gülhane Hatt-i Hümâyûnu”, C. 31, S. 124, 1967, Belleten, ss. 603-622. İnce Y, “Mahmud Devri Reformlarının Tebaa Tarafından Algılanışı”, C. 32, S. 2, 2017, Tarih İncelemeleri Dergisi, ss. 427-457. Karal EZ, “Gülhane Hatt-ı Hümâyununda Batının Etkisi”, C. 28, S. 112, 1964, Belleten, ss. 581,601. Kurtaran U, “Karlofça Antlaşması’nda Venedik, Lehistan ve Rusya’ya Verilen Ahidnamelerin Genel Özellikleri ve Diplomatik Açıdan Değerlendirilmesi”, C. 35, S. 60, 2016, Tarih Araştırmaları Dergisi, ss. 97-169. Moiras L, “Tanzimat Fermanı’nın Yunan Basınına Yansıması”, S. 31, 2020, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, ss. 33-48. Okumuş E, Türkiye’nin Laikleşme Serüveninde Tanzimat, 2. Baskı, İnsan Yayınları, İstanbul, 2012. Osmanağaoğlu C, Tanzimat Dönemi İtibariyle Osmanlı Tâbiyyetinin (Vatandaşlığının) Gelişimi, Legal Yayıncılık, İstanbul, 2004. Özdemir Y / Çiydem E / Aktaş E, “Tanzimat Fermanı’nın Arka Planı”, C. 22, S. 1, 2014, Kastamonu Eğitim Dergisi, ss. 321-338. Şentop M, “Tanzimat Dönemi Kanunlaştırma Hareketleri”, C. 3, S. 5, 2005, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, ss. 647-672. Şentop M, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Hukuku, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 2004. Tanör B, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), 31. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018. Üçok C / Mumcu A / Bozkurt G, Türk Hukuk Tarihi, 20. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2018. Yazar Belirtilmemiş, “Tanzimat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C.40, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Ankara, 2002.  
Ekleme Tarihi: 06 Eylül 2024 - Cuma

TANZİMAT FERMANI’NA GENEL BİR BAKIŞ

TANZİMAT FERMANI’NA GENEL BİR BAKIŞ

 

TARİHSEL VE DÜŞÜNSEL  ARKA PLANIYLA TANZİMAT FERMANI’NA GENEL BİR BAKIŞ

 

“Mutlak hükümranlık elinde olan Allah aşkındır, cömerttir ve O’nun her şeye gücü yeter”.

 

Gülhane Hatt-ı Hümayunu ya da çalışmamızda kullandığımız terminolojiyle Tanzimat Fermanı; ilanına giden tarihsel süreç, getirdiği yenilikler ve kapsamındaki temel hak ve hürriyetler ile Türk Hukuk Tarihi bakımından önemli bir belgedir.

 Bu belgenin ilanı Osmanlı’da “Tanzimat” adı verilen yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Çalışma konumuz olan fermana ve bir döneme adını veren “tanzimat” kelimesi Türk Dil Kurumu (TDK) güncel Türkçe Sözlük’te “İdari işlerin düzeltilmesi için alınan önlemlerin ve uygulamaların tamamı”olarak tanımlanmış olup, “düzenlemek, sıraya koymak ve ıslah etmek” anlamlarına gelen tanzim kelimesinden türemiştir.

Bununla birlikte “Tanzimat” kelimesi daha çok hukuki faaliyetleri çağrıştırır nitelikte bir kelime olup, Batılı yazarlarca da “legislation” kavramıyla ifade edilmektedir.

XV. ve XVI. yüzyıllardaki askeri ve siyasi başarılarıyla yükselme dönemini yaşayan Osmanlı Devleti’nde oluşan yenilmezlik ve mükemmellik algısı devlet yönetiminin çağın koşullarına uyarlanamaması ve Batı karşısındaki askeri ve siyasi üstünlüğün devamının sağlanamaması nedeniyle yerini buhranlı bir döneme bırakmıştı.

Osmanlı devlet adamları yükselme dönemini yaşamış Osmanlı’yı içinde bulunduğu bu buhranlı dönemden çıkarmak amacıyla 3 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen Tanzimat Fermanı ile başlayan Tanzimat Dönemi’nde birçok alanda önemli ıslahatlar yapmışlardı.

Bu bakımdan Mustafa Reşit Paşa tarafından bugünkü Gülhane Parkı’nda ilan edilen Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

 Bu bakımdan bir yandan Osmanlı’nın varlığını devam ettirebilmesi için yapmak zorunda olduğu kapsamlı ve köklü değişiklikler diğer taraftan ise Batılı devletlerin kendilerini hamileri olarak gördükleri azınlıklara yönelik eşitlik ve verilen haklara yönelik güvence sağlanmasına yönelik taleplerinin bir sonucu olarak altyapısı II. Mahmut döneminde hazırlanan Tanzimat dönemi 1839 yılında Mustafa Reşit Paşa’nın Tanzimat Fermanı’nı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) okumasıyla başlamıştır.

 

TANZİMAT FERMANI’NIN İLANINA GİDEN SÜREÇ

Osmanlı Devleti XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Batı karşısında bir geri kalma sürecine girmiştir.

Bu geri kalma sürecinin başlamasında yükselme dönemi itibariyle devletin yönetim kademesinde oluşan mükemmellik ve üstünlük algısı, Osmanlı toprak sisteminin ve buna bağlı olarak askeri yapının bozulması,

Avrupa’da ortaya çıkan coğrafi keşifler, Reform ve Rönesans hareketleri, Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi,bilim ve teknolojide Batı’nın gerisinde kalınması gibi sebeplerin sayılması mümkündür.

Batı karşısında geri kalma sürecine giren Osmanlı’da aynı zamanda reaya da kötü yönetimden kaynaklı olarak devlete karşı olan inanç ve bağlılığını kaybetmeye başlamıştı.

Zira XVI. yüzyılın sonlarında, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Osmanlı’nın siyasi, ekonomik ve idari yapısında birtakım çözülmelerin olduğu reaya nezdinde de ortaya çıkmış, devletin topluma sağladığı kişi ve mal güvencesi, adalet gibi ilkeler önemli ölçüde sarsılmış ve hatta fiilen ortadan kalkmıştı.

Hem Batı karşısında bilimsel, teknolojik ve ekonomik açıdan bir gerileme sürecine girilmesi hem de reayada devlete olan inanç ve bağlılığın azalması başta padişahlar olmak üzere Osmanlı devlet adamlarının birtakım çareler aramasını zaruri kılmıştı.

Bu kapsamda XVI. yüzyılın sonlarında fermanlar, risaleler ve layihalar hazırlanmıştır. XVI. yüzyılın sonlarında hazırlanan bu belgelerde devletin içinde bulunduğu buhranlı dönemin kötü yönetim sonucu olarak reaya üzerindeki zulüm ve baskıdan kaynaklı olduğu kabul edilmiş ve bu kapsamda çareler aramıştı.10 Başka bir deyişle XVI. yüzyılın sonlarında Osmanlı devlet adamları devletin

içinde bulunduğu buhranlı dönemin Batı’daki gelişmelerin takip edilememesi ve Batı karşında geri kalınmaya başlamasından kaynaklı olduğunu kabul etmek istememişlerdi.

XVII. yüzyıldan itibaren Batı karşısında geri kalma sürecine girildiği kabul edilmemekle beraber Devlet’in eski günlerindeki gibi olmadığı da devlet adamlarının farkına vardığı bir gerçekti. Bu gerçeğin farkına varan Osmanlı devlet adamları Osmanlı’yı eski ihtişamlı günlerine döndürmek için ıslahatlar yapma ihtiyacı duymuşlardı.

Ancak yapılan ıslahatların kalıcı bir çözüm sunamamaları, ıslahatı yapan kişilerin görev süreleriyle sınırlı olmaları, yöneldikleri alan itibariyle ihtiyaçlara cevap verecek nitelikte olmamaları, Batı’dan özellikle bilim ve teknoloji alanında geri kalındığının kabul edilmemesi, Batı’da yaşanan siyasi, ekonomik ve bilimsel gelişmelerin kavranılamaması, çağın gelişmiş devletleri esas alınarak ıslahatlar yapmak yerine yükselme dönemi Osmanlı Devlet düzeninin esas alınarak ıslahatlar yapılması gibi sebepler, yapılan ıslahatlardan da sonuç alınamamasına sebep olmuş ve geri kalma sürecinin hızlanmasına engel olamamıştır.

XVII. yüzyılın sonlarına gelindiğinde devletin içinde bulunduğu buhranlı dönemde her alanda olduğu gibi askeri alanda da Osmanlı’nın üstünlüğü sona ermiş ve Batı’ya karşı yapılan savaşlarda mağlubiyetler alınmaya ve toprak kaybedilmeye başlanmıştı.

Bu kapsamda Osmanlı’nın Batı’ya karşı olan askeri üstünlüğünün sona erdiği ve Osmanlı’da gerileme dönemini açan 1699 tarihli Karlofça Anlaşması önem arz etmektedir. Karlofça anlaşması ile Osmanlı Devleti ilk kez bir müzakere neticesinde anlaşma imzalamıştır.

Böylelikle önceleri kendi şartlarını karşı tarafa dikte ettiren Osmanlı Devleti ilk kez masa başı diplomasi ile tanışmış oldu. Öte yandan Karlofça anlaşmasında Osmanlı Devleti tarihinde ilk kez bir antlaşma için arabulucu kullanmak zorunda kalmıştı.

Bu bakımdan Karlofça Antlaşması Osmanlı Devleti’nin yenilgisinin ilk resmi belgesidir. Karlofça Anlaşması sonrasında artık Batı’nın askeri üstünlüğü kabul edilerek, Batı’nın askeri ve teknik üstünlüğü üzerinde düşünülmeye başlanılmıştır.

 Bu kapsamda Batı’daki gelişmelerin takip edilebilmesi amacıyla Batı’ya elçiler  gönderilmiş, bu elçiler vasıtasıyla Batı’daki askeri ve teknik gelişmeler takip edilmeye çalışılmıştır.

Bu bakımdan XVIII. yüzyılda III. Selim dönemine kadar ıslahatlar askeri ve teknik alana odaklanmış, devletin içinde bulunduğu durum askeri başarısızlıktan ve Batı’nın teknik üstünlüğünden kaynaklandığı kabul edilmiştir.

Başka bir deyişle XVIII. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı devlet adamları artık Batı’nın gerisinde kalınmaya başlandığının farkına varmışlardır.

 Böylelikle Osmanlı’nın kurtuluşunun Batı’nın kat ettiği bilimsel ve teknolojik gelişmelerin Osmanlı’ya aktarılması olduğu fikri oluşmuştur.

Bu bakımdan XVII. yüzyıl ıslahatlarından farklı olarak yapılan ıslahatlarda Batı esas alınmıştır.

Artık kurtuluşun eski müesseselerin geri dönüşü ile olabileceğine ilişkin görüş yerini çağın gereklerine uygun yeni müesseselerin tesisi ile oluşabileceğine bırakmıştır.

Osmanlı’daki tüm bu gelişmelere paralel olarak Batılı devletler de Osmanlı’nın eskisi gibi olmadığının farkına varmışlardı.

Coğrafi keşifler ve Sanayi Devrimi ile ticari ve ekonomik gelişmelerin yaşandığı Batı eskisi gibi olmayan Osmanlı’yı önemli bir Pazar olarak görmekteydi. 

Şüphesiz bu pazarı kendi istekleri doğrultusunda yönetebilmek Batılı devletleri Osmanlı’yı kendi öngördükleri şekilde dizayna sevk etmekteydi.

 Bu bakımdan Batı, Osmanlı’nın hem iç politikasında hem de dış politikasında etkili olmak niyetindeydi. Bu ise Osmanlı’daki gayrimüslimler ve kendileriyle yakın temasta bulunan devlet adamları

üzerinden olmaktaydı.

 Batı’nın gayrimüslimler ve devlet adamları üzerinden etkisi ve baskıları Osmanlı’da birtakım ıslahatların yapılmasına ve nihayetinde de Tanzimat Fermanı’nın ilanında etkili olmuştur.

XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde Osmanlı Devleti bir yanda XVIII. yüzyılın sonlarında gerçekleşen Fransız İhtilali’nin etkisiyle ortaya çıkan milliyetçilik akımları neticesindeki isyanlarla diğer yanda ise Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın asiliğiyle uğraşmaktaydı.

 Bu bakımdan Osmanlı Devleti yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle zor duruma düşmekte, bir yandan Sırplar ve Yunanların isyanları neticesinde Batı ile ilişkileri bozulmakta diğer yandan ise Osmanlı’nın bir valisiyle bile baş edemeyecek durumda olduğunu tüm dünya görmüş olmaktaydı.

Bu bakımdan esasen Devlet bir anlamda parçalanma ve dağılma sürecine girmiş olmaktaydı.

Dolayısıyla tüm bu gelişmeler Osmanlı’yı Tanzimat Fermanı’nın hazırlanmasına ve ilanına götüren süreçte önemli unsurlardır.

Tanzimat Fermanı’nın ilanına giden süreçte Fransız İhtilali neticesinde ortaya çıkan milliyetçilik akımı

önem arz etmektedir. Milliyetçilik akımı Osmanlı, Rusya ve Avusturya gibi imparatorluk özelliği gösteren devletlerde etkisini hissettirmiştir. Bu kapsamda Osmanlı’da bazı devletlerin desteğiyle azınlıkların devlete karşı ayaklandıkları görülmektedir.

Bu bakımdan Osmanlı Devleti Fransız İhtilali neticesinde yayılan fikirlerin yıkıcı etkisinin önüne geçmek maksadıyla alınmış bir tedbir olarak nitelendirebileceğimiz Tanzimat Fermanı’nı ilan etme ihtiyacı duymuştur.

Fransız İhtilali ile milliyetçilik akımı dışında adalet, eşitlik, hürriyet gibi fikirler de tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Zira Fransız İhtilalinden sonra ilan edilen 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları

Bildirisi eşitlik, hürriyet gibi temel hak ve hürriyetlerden bahsederek geniş coğrafyalarda etkisini hissettirmekteydi. Bu bakımdan devletler artık bildiride söz edilen temel hak ve hürriyetleri gözetmek zorunda kalmışlardı.

Nitekim Tanzimat Fermanı’nda da bu hususun gözetildiği görülmektedir.

Tanzimat Fermanı’nın ilanında her ne kadar 1789 tarihli Fransız İhtilali ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi

neticesinde ortaya çıkan gelişmeler de etkili olmuşsa da Tanzimat fermanı esasen Devletin iç dinamiklerinden kaynaklı olarak ilan edilmiştir. Bu kapsamda gayrimüslim azınlıklar Osmanlı’yı Tanzimat Fermanı’nın ilanı sürecine götüren en önemli iç dinamiklerdir.

Tanzimat Fermanı’nın ilanına giden süreçte III. Selim ve II. Mahmut dönemleri haiz oldukları önem nedeniyle çalışmamız kapsamında ayrı başlıklar altında değerlendirilecektir.

 

III. SELİM DÖNEMİ

1789 yılında tahta çıkan III. Selim XVIII. yüzyılda hüküm süren diğer padişahlardan farklı olarak ıslahatların sadece askeri alanda değil; yönetim, hukuk, siyaset ve diğer tüm alanlarla birlikte bir kül olarak ele alınması gerektiğini düşünen ilk padişahtır.

Buitibarla III. Selim dönemi Tanzimat Fermanı’nın ilanına giden süreçte önem arz etmektedir.

III. Selim döneminde devletin belli alanlarda ıslahat yapmadan varlığını sürdüremeyeceği anlaşılarak

Batı’daki gelişmeler esas alınarak yenilik hareketine girişilmiştir.

 Bu bakımdan III. Selim Batı’nın sadece askeri ve teknik gelişmelerinin değil aynı zamanda yönetim, hukuk ve siyasal gelişmelerini de Osmanlı’ya aktarılmasını sağlayacak yenilikler yapmayı amaçlamıştır.

Başka bir deyişle III. Selim döneminde yapılan ıslahatlar Batı’nın bilimsel ve teknolojik üstünlüğü kabul edilerek söz konusu gelişmelerin Osmanlı’ya da aktarılmasıyla yeni bir devlet düzeni oluşturma gayesi yapılmıştır.

Bu bakımdan III. Selim dönemi ıslahatları “Nizam-ı Cedid” (yeni düzen) ismiyle anılmaktadır.26 Nizam-ı Cedid ile Tanzimat Fermanı’nın ilanına giden süreç başlamıştır.

Nizam-ı Cedid ıslahatları yapılırken Batı esas alınmış ise de dini hususlar da göz ardı edilmemiştir.

Bu durumun nedeninin ise muhafazakâr kesimin tepkisinin önüne geçmek olduğu kabul edilmektedir.

Ancak her ne kadar muhafazakâr kesimin tepkilerinin önüne geçmek amaçlanmış ise de III. Selim Nizam-ı Cedid ıslahatlarının bedelini canıyla ödemiştir.

Nitekim muhafazakâr kesim III. Selim’in ordu ve donanmada yapmak istediği Batılaşma hareketini dahi dine aykırı görmüştü.

Tahtan indirilmesine sebep olan Kabakçı Mustafa isyanının arkasında Şeyhülislam Ataullah

Efendi’nin bulunduğu bilinmektedir.

Bunun nedeni olarak ise yeni düzenin en önemli özelliği olan ulemanın öncü gücünün aşağı çekilmek olması gösterilmektedir.

III. Selim yaptığı yeniliklerin bedelini canıyla ödemiş ise de III. Selim dönemi Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayan Tanzimat döneminin temellerinin atıldığı bir dönem olmuştur.

II. MAHMUT DÖNEMİ

III. Selim ile birlikte Batılı anlamda önemli ıslahatlarına imza atan diğer bir padişah ise II. Mahmut’tur.

28 Temmuz 1808 tarihinde Alemdar Mustafa Paşa’nın Kabakçı isyanı ile tahttan indirilen III. Selim’i IV. Mustafa’nın yerine tekrardan tahtta çıkarmak üzere başlattığı hareket III. Selim’in boğdurulması nedeniyle II. Mahmut’un tahta çıkmasıyla sonuçlanmıştır.

Alemdar Mustafa Paşa’nın başlattığı hareket neticesinde tahta çıkan II. Mahmut’un ilk icraatı Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’yı sadrazam olarak tayin etmek olmuştur.

Bunun bir sonucu olarak da merkezi yönetim ile taşrada fiili hâkimiyeti elinde bulunduran ayanlar arasında II. Mahmut döneminin şüphesiz en önemli gelişmesi olarak kabul edilen “Sened-i İttifak” kabul edilmiştir.

7 Ekim 1808 yılında Alemdar Mustafa Paşa’nın çağrısıyla payitahta gelen ayanlarla merkezi yönetim arasında yapılan müzakereler neticesinde bir giriş, yedi madde ve bir sonuç bölümünden oluşan Sened-i İttifak kabul edilmiş ve böylelikle Osmanlı’da ilk kez padişahın karşısında bir gücün varlığı kabul edilmiş oldu.

Sened-i İttifak’ta merkezin ve ayanların kazanımları olduğu gibi reayanın da kazanımları olmuştur. Ancak Sened-i İttifak kabul edilmesinden birkaç hafta sonra 16 Kasım 1808 tarihinde çıkan bir Yeniçeri ayaklanması neticesinde Alemdar Mustafa Paşa öldürüldüğü için Sened-i İttifak sahipsiz kalmış ve uygulanmaya konulmamıştır.

II. Mahmut III. Selim dönemindeki  Batı’nın esas alındığı değişimi ve yeni düzen kurma kararlılığını devam ettirmek niyetindeydi.

Bu kapsamda merkezi yönetimi güçlendirme çalışmalarına önem veren II. Mahmut ıslahatların ve yeni düzenin kurulmasının önünde en büyük engel olarak gördüğü Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmıştır.

“Vakay-ı Hayriyye” (hayırlı olay) olarak adlandırılan bu olay Osmanlı’daki köklü değişikliklerin esası olarak kabul edilmektedir.3

Zira Osmanlı’da Tanzimat’a kadar yapılan ıslahat çalışmalarının birçoğu çıkarları zedelenen ve bu nedenle mevcut durumun korunmasından yana tavır koyan Yeniçeriler tarafından engellenmiştir.

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Tanzimat’a giden süreçte önemli bir engel kaldırıldığından ıslahat çalışmalarına hız ve rilmiştir.

Böylelikle Osmanlı’da Batılaşma bir daha önü kapanmamak üzere açılmış oldu.

II. Mahmut döneminde Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra devlet adamlarının ölümünden sonra malvarlıklarının hazineye intikaline ilişkin müsadere usulüne son verilmiştir.

Padişah müslim-gayrimüslim ayrımı yapılmaksızın tüm tebaasına öldüklerinde malvarlıklarının mirasçılarına kalacağını ilan etmiştir.

Öte yandan Tarik-i İlmiyeye Dair Ceza Kanunname-I Hümayunu ile ulemaya ilişkin olarak kadıların yetkilerini kötüye kullanmasının engellenmesi amaçlanmaktayken, Memurine Mahsus Ceza Kanunu ile memurlara ilişkin olarak siyasi katli ortadan kaldırılmaktaydı.

Söz konusu metinler; kanun metinlerinde yazan suçlardan başka ceza ile cezalandırmama ilkesini getirdikleri için önem arz etmektedir.

II. Mahmut dönemi ıslahatlarında Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik akımı da etkiliydi. II. Mahmut

döneminde milliyetçilik akımının meydana getirdiği olumsuzlukların önüne geçmek maksadıyla merkezi

yapının güçlendirmeye çalışıldığı ve Tanzimat Fermanı’na giden sürece girildiği görülmektedir.

Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayan Tanzimat Dönemi’nin temelleri esasen II. Mahmut döneminde atılmıştır. II. Mahmut devletin içinde bulunduğu buhranlı dönemden çıkışın tek yolunun Batılılaşmak olduğunu düşünmüştür.

Bu itibarla II. Mahmut döneminde Tanzimat Fermanı’nın baş mimarı Mustafa Reşit Paşa gibi gelecek vadeden gençler Avrupa’ya gönderilmiştir.

Mustafa Reşit Paşa bu kapsamda öncelikle Paris ortaelçiliği ve Londra büyükelçiliği görevlerine atanmıştır.  1837 yılında ise Hariciye vekili olarak dönüş yapmıştır.

Tanzimat Fermanı’nın baş mimarı Mustafa Reşit Paşa uzun süre Avrupa’da görev yapmış ve Devlet’in içerisinde bulunduğu zor duruma çareler aramış, devletin kurtuluşunun bir an önce çağın gereklerine uygun bir devlet düzeni kurulması olduğu sonucuna varmıştır.

Bu kapsamda da dönemin padişahı II. Mahmut’u değişim konusunda etkilemiştir. Dolayısıyla Tanzimat Fermanı’nın hazırlıkları da esasen II. Mahmut döneminde başlamıştır. Ancak fermanın ilanı II. Mahmut’un ölümünden sonra tahta çıkan Abdülmecid döneminde gerçekleşmiştir.

Osmanlı’da din, mezhep farkı gözetmeksizin tüm tebaanın eşit olduğu konusunda ilk sinyaller II. Mahmut döneminde verilmiştir.

 Fransız ihtilali neticesinde ortaya çıkan milliyetçilik akımından etkilenen devleti bir arada tutma gayesinde olan II. Mahmut “Ben tebaamın Müslüman’ını camide, Hristiyan’ını kilisede,

Musevi’sini havrada fark ederim. Aralarında başka türlü bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır.”şeklindeki meşhur söylemiyle tebaasının eşitliğinden bahsetmiştir.

II. Mahmut’un bu sözü eşitlik prensibini  ortaya koymakla birlikte bu prensip henüz resmiyete dökülmediği için hukuki bir değer ifade etmediği  kabul edilmektedir.

 Bu itibarla Mustafa Reşit Paşa padişahı bir vesika yapmaya ikna etti.

Mustafa Reşit Paşa vesikanın kapsayacağı ıslahatlara da “TanzimatHayriyye” adını vermişti.

Neticeten; II. Mahmut dönemi ile ilgili yukarıda yer verilen açıklamalardan anlaşılacağı üzere müsadere

yasağı, kanunilik ilkesi, eşitlik gibi temel haklardan bahsedilmiştir. II. Mahmut dönemindeki bu gelişmeler Tanzimat Fermanı ile bir belgeye bağlanmış ve ilan edilmiştir.

II. Mahmut döneminin sonlarına doğru Devlet’in sekiz yıldan beri uğraşmakta olduğu Mehmet Ali Paşa’nın sebebiyet verdiği Mısır Meselesi’nin tekrardan ortaya çıkması Devlet hazinesini sıkıntıya sokmuş olup 24 Haziran 1839’da Mısır Kuvvetleri’nin Osmanlı ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmasının ardından 1 Temmuz’da II. Mahmut vefat etmiş yerine oğlu Sultan Abdülmecid geçmiştir.

Mustafa Reşit Paşa II.Mahmut’un vefatıyla tahta çıkan Sultan Abdülmecid’I “Tanzimat- Hayriyye” ıslahatlarının gerekliliğine ikna ederek bu esaslar dâhilinde Tanzimat Fermanı’nın ilanını sağlamıştır.

TANZİMAT FERMANI’NIN İLANI VE ÖZELLİKLERİ

II. Mahmut’un ölümüyle tahta çıkan oğlu Abdülmecid’in izniyle hariciye nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından devlet otoritesini güçlendirmek için temel kurumlarda değişiklik yapmak ve Batılı devletlerin desteğini sağlamak amacıyla Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu ya da Gülhane Hatt-ı Şerife olarak da bilinir) ilan edilmiştir.

 Böylelikle Osmanlı tarihinde ilk kez padişah kendi isteğiyle yetkilerini sınırlandırmış olmaktadır.

Mustafa Reşit Paşa bugünkü Gülhane Parkı’nda nazırlar, ulema, diğer devlet büyükleri, lonca ve esnaf temsilcileri, yabancı devlet elçileri ve büyük bir halk topluluğu önünde fermanı törenle okumuştur.

Sultan Abdülmecid töreni Gülhane Kasrı’ndan izlemiştir.

 Sonrasında kurbanlar kesilmiş, toplar atılmış,şenlikler yapılmıştır. Ertesi gün yemin faslı başlamış,başta padişah olmak üzere fermanın hükümlerine bağlı kalınacağına dair Kuran’a el basmak suretiyle and içilmiştir. Sonraki günlerde ise vilayet, sancak ve kaza merkezlerinde bulunan devlet büyükleri and içmişlerdir.

Böylelikle Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Dönemi resmen başlamış oldu.

3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı Osmanlı devlet yönetiminde modernleşmenin gerçek ve esas başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

 Bizzat padişahın ağzından kaleme alınan ve hükümdarın tek taraflı bir irade beyanının ürünü ve padişahın bir ihsanı olan Tanzimat Fermanı aracılığıyla devletin temel ilkeleri yeniden tanzim edilmiştir.

Böylelikle Osmanlı Devleti’nde yeni bir döneme geçilmiş, Devlet merkezileşme yönünde yeniden bir yapılanma sürecine girmiştir.

Tanzimat Fermanı bizzat padişahın ağzından kaleme alındığından padişahın emirlerini yansıtan bir buyruk niteliğindedir. Bu bakımdan ülkedeki herkesi bağladığı kabul edilmektedir.

Öte yandan Tanzimat Fermanı içerdiği temel hak ve özgürlükler ile devlet yönetimine ilişkin düzenlemeleri nazara alındığında maddi anlamda anayasa olarak nitelendirilebilecekken, normlar hiyerarşisinde kanunların üzerinde olduğuna dair bir ibare içermemesi ve değiştirilmesine yönelik usulün belirtilmemesi nedeniyle şekli anlamda bir anayasa değildir.

Tanzimat Fermanı kişinin temel hak ve özgürlükleri bakımından eksik de olsa derli ve toplu bir liste sunmaktadır.

Bu yönüyle Tanzimat Fermanı’nın bir temel haklar beyannamesi olduğunu söylemek mümkündür.

 Zira yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, insan onuruna saygı ilkesi, mali güce göre vergilendirme,askerlik ödevi ve kanunların üstünlüğü ve kanun önünde eşitlik gibi temel hak ve hürriyetlere yer verilmiştir. Bu bakımdan Tanzimat Fermanı anayasa olarak nitelendirilemese dahi anayasal bir belge özelliği gösterdiği bir gerçektir.

Tanzimat Fermanı’nda yer alan temel hak ve özgürlüklere ilişkin ilkelerin güvencesinin padişahın bu fermanla halkına tanıdığı hakları savunacağına ve onlara aykırı davranmayacağına yönelik and içmesinden ibaret olması yetersiz görülmektedir.

Öte yandan ulema ve devlet adamlarının yeminlerine sadık olmamaları durumu bakımından yeni düzenlenecek ceza kanunu tehdidi altında olmaları padişah dışındaki kimselerin fermanda düzenlenen ilkelere mutlak sadık kalmaları gerektiğini göstermektedir.

Tanzimat Fermanı Osmanlı’nın hâkimiyetindeki tüm coğrafya için geçerli genel bir fermandır.

Tanzimat Fermanı resmi gazete olan “Takvim-i Vakayi”de yayınlandıktan sonra her eyalet valisine ve sancak mütesellimine tebliğ olunmuş, vergi ve askerlik ile ilgili hususlar hakkında ileride gönderilecek emirlerin beklenilmesine, bunun dışında fermanda yer alan esasların derhal icrasına başlanılması gerektiği bildirilmiştir.

Öte yandan fermanın son kısmında fermanda ilan edilen hususların tüm ülke halkı bakımından ilan edildiği vurgulanarak yeni gelişmelerden yabancı elçiliklere de haber verilmesinin öngörülmesi uluslararası alanda bir güvence olarak nitelendirilemese dahi siyasi ve diplomatik açıdan dikkat çekici bir husustur.

Nitekim bu durumu Batılı devletlere bir hoş görünme çabası olarak nitelendirmek de mümkündür.

Tanzimat Fermanı ilan edildikten sonra genel olarak olumlu karşılanmış olup, bazı muhafazakâr zümrelerin  memnuniyetsizliğine rağmen bir bayram edasıyla kutlanmıştı.

Zira Tanzimat Fermanı gerilemekte ve parçalanmakta olan devleti dağılma ve çöküş sürecinden kurtarma başka bir deyişle kurtuluş umudu olarak kabul edilmekteydi.

Ancak daha sonraları Müslüman ahali gayrimüslimlere verilen haklardan rahatsız olmuştur. Şüphesiz bunda ulema ve hatta bazı valilerin kışkırtmalarının etkisi olmuştur.

Batı’da ise büyük bir sevinç meydana gelmiş hatta bazı Fransız gazetelerinde Osmanlı’da batı medeniyetinin bir zaferi olarak ilan edilmiştir.

Öte yandan Tanzimat Fermanı Osmanlı gibi çok uluslu devletlerden olan Avusturya ve Rusya tarafından ise olumsuz karşılanmıştır.

 

TANZİMAT FERMANI’NA BAKIŞ GENEL OLARAK

 

Tanzimat Fermanı kapsamında devletin içerisinde bulunduğu buhranlı durum ve sebeplerine değinilmiş,

bu buhranlı dönemden nasıl çıkılacağı anlatılmaya çalışılmıştır.

Bu bakımdan her ne kadar Tanzimat Fermanı, Osmanlı’nın içerisinde bulunan zor koşulların aşılması için alınmış bir tedbir olmakla birlikte esasen mevcut şartlar altında oluşturulmak zorunda kalınmış bir belge özelliği de göstermektedir.

Bu belge ile Osmanlı Devlet idaresinin yeni ilkeler temelinde düzenlenmesi, bu cihetle vatandaşların huzur ve güvenliğini sağlayacak hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması ve tüm bu değişimlerin kanuni temellerinin oluşturulması amaçlanmıştır.

Tanzimat Fermanı’nın başında Osmanlı Devleti’nde kuruluştan beri Kuran hükümlerine ve şeriata uyularak devletin kudreti ve tüm halkın refah ve gelişmişliğinin istenilen seviyeye geldiği, ancak devletin içinde bulunduğu son yüz elli yılda meydana gelen birtakım olaylar nedeniyle Kuran hükümlerine ve şeriata bağlı kalınamaması ve uygun hareket edilememesi nedeniyle devletin eski kudret ve gelişmişliğinin yerini zayıflık ve fakirliğe bıraktığı, Sultan Abdülmecid’in tahta çıktığı süre zarfında devletin içinde bulunduğu durumdan nasıl çıkacağına yönelik çareler arandığı,bu kapsamda yapılacak düzenlemeler ile on – on beş yıla kalmadan devletin tekrardan arzu edilen noktaya geleceği belirtilerek bir anlamda Tanzimat Fermanı’nın neden ilan edilmesi ihtiyacı duyulduğu ortaya konulmuştur.

Öte yandan Tanzimat Fermanı’nda padişah tüm düşüncesinin “mülk ve milleti ihya” olduğunu belirterek Tanzimat’ın amacının yalnız din ve devleti değil ülkeyi ve milleti de kalkındırmak olduğunu ortaya koymuştur.

Tanzimat Fermanı’nda devletin içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmasının daha iyi bir yönetimi sağlayacak yeni kanunların çıkarılmasından geçtiği belirtilmiştir.

Çıkarılacak yeni kanunların özellikle can, ırz,namus, şeref ve haysiyetin korunmasını, mal güvenliğini, vergilerin yeniden düzenlenmesini ve askerliğin düzene bağlanıp süreyle sınırlandırılmasını amaçlaması gerektiği zikredilmiştir.

Tanzimat Fermanı modernleşme anlamında önemli bir adım olmasına rağmen III. Selim dönemi ıslahatları gibi şeriata sıkça değinilmesi yine muhafazakâr kesimin olası tepkilerinin önüne geçmek için olduğu kabul edilmektedir. Nitekim fermanda bir yanda ilan edilme gerekçesinin Kuran hükümlerine ve şeriat hükümlerine uymama olduğunun, öte yandan devletin içerisinde bulunduğu durumdan yeni kanunların çıkarılmasından geçtiğinin belirtilmesi esasen bir çelişki arz etmektedir.

TANZİMAT FERMANI’NIN İÇERİĞİ

Tanzimat Fermanı’nda devletin birtakım masraflar için paraya ihtiyaç duyduğu, bu paranın ise halkın vergileriyle karşılandığı belirtilmiştir.

Bununla birlikte yürürlükte olan iltizam usulü zararlı bulunarak eleştirilmekte, iltizam usulünün devletin siyasi sınırlarını ve mali işlerini bir adamın eline ve belki de yıkıcı pençesine teslim etmek anlamına gelebileceği belirtilmiştir.

Akabinde ise Fermanın ilanı ile artık “memleket ahalisinden her ferdin mülklerine ve gücüne göre bir uygun vergi tayin olunarak kimseden fazla bir şey alınamaması” emredilerek mali güce göre vergilendirme ilkesi kabul edilmiştir.

Tanzimat Fermanında “her ferdin mülklerine ve gücüne göre bir uygun vergi tayin olunarak kimseden fazla bir şey alınamaması” emredildikten sonra “Devlet-i Aliyyemizin deniz ve karada askeri masrafları ve sairesi dahi olumlu kanunlar ile sınırlanmış ve belirlenmiş olup, ona göre icra olunması gereklidir.” denilmek suretiyle toplanan vergilerin kanunlarla kapsamı belirlenmiş olan alanlarda kullanılacağı belirtilerek devlet harcamaları bakımından kanunilik ilkesinin esas alındığı ortaya konulmuştur. Böylelikle halktan toplanan vergilerin keyfi olarak harcanamayacağı, harcamaların kanunların çizdiği esaslar çerçevesinde yapılacağı güvence altına alınarak devlet muhasebatı bakımından önemli bir esas olan devlet harcamalarının kanuniliği ilkesi kabul edilmiş olmaktadır.

Tanzimat Fermanı’nda vergi ödevi dışında askerlik ödeviyle ilgili de önemli esaslar kabul edilmiştir.

Bu kapsamda Tanzimat Fermanı’nda her şeyden önce vatanın korunması için asker vermenin halkın görevi olduğu belirtilmiştir.

Akabinde mevcut asker alma sistemi eleştirilerek “bir memleketin mevcut nüfusuna bakılmayarak, kiminden tahammül derecesinden fazla ve kiminden noksan asker istenilmesi, hem düzensizliği ve hem tarım ve ticaretin faydalı işlerinin bozulmasını doğuran sebeplerden olduğu gibi, askerliğe gelenlerin ömürlerinin sonuna kadar kalmaları dahi, usanma ve nesil yetiştirmenin üremenin kesilmesini gerektirmekte olmasıyla, her memleketten lüzumu takdirinde talep olunacak askerler için bazı

güzel usuller ve dört veyahut beş sene müddeti içinde dahi bir değişme yolu oluşturulması ve konulması halin gereğindendir.” denilmiştir.

Bu suretle süresiz askerliğin sakıncalarından bahsedilerek askerlik hizmetinin belirli bir süreyle eşitlik esasına uygun olarak düzenlenmesi gerektiği esası kabul edilmiştir.

Tanzimat Fermanı’nda ceza hukukunun birtakım evrensel ilkelerinin kabul edildiği de görülmektedir.

Bu kapsamda Tazimat Fermanı’nda suç işleyenlerin davalarının kanunlara uygun olarak aleni bir şekilde

görüleceği, bu şekilde verilen bir mahkeme kararı olmadıkça idam cezasının uygulanamayacağı belirtilmiştir.

Bu bakımdan Tanzimat Fermanı’nda “davasız ceza olmaz” ve “açık yargılama” ilkeleri kabul

edilmiştir. Öte yandan Ferman ile padişah kendisine tanınan mutlak bir hak olan örfi ceza verme yetkisinden de vazgeçmektedir.

 Bu bakımdan yargı yetkisinin münhasıran mahkemelere bırakıldığı görülmektedir. Bununla birlikte hiç kimsenin kanunda yer alan nedenler dışında suçlanamayacağı esası da kabul edilerek “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” vurgulanmıştır.

Bu bakımdan Tanzimat Fermanı Türk Ceza Hukuku Tarihi bakımından önemli bir belge niteliğindedir.

Tanzimat Fermanı’nda tüm halka istisnasız olarak can ile ırz ve namus güvencesi sağlandığı belirtilmiştir.

Böylelikle kişi güvenliği ve kişinin ırz, namus ve bu kapsamda da şeref ve saygınlığının devlet güvencesi altında bulunduğu devletin buna halel getirmeyeceği kabul edilmiştir.

Bu bakımdan Tanzimat Fermanı ile vatandaşlar bakımından kişi dokunulmazlığı esası kabul edilmiştir.

Tanzimat Fermanı’nda tüm halkın istisnasız olarak mal ve mülklerini tam bir serbestlikle malik ve tasarrufa ehil oldukları ve bu duruma kimse tarafından müdahale edilemeyeceği belirtilerek mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır.

Bu bakımdan Tanzimat Fermanı ilan edildiği dönemin koşullarına göre vatandaşlara önemli bir güvece tanımıştır.

Bu güvencenin doğal bir sonucu olarak da müsadere yasağına yer verilmiştir.

Tanzimat Fermanı’nda müsadere yasağına açıkça yer verilerek bir kimsenin suç işlemesi

halinde mal varlığının müsadere edilemeyeceği, zira müsaderenin o kişinin mirasçılarını miras hakkından

mahrum ettiğini, suçlunun mirasçılarının o suçla alakaları olmaması karşısında bu durumun doğru olmayacağı belirtilmiştir.

Böylelikle esasen bir anlamda “suçların ve cezaların şahsiliği ilkesi” de kabul edilmiş olmaktadır.

Tanzimat Fermanı’nın belki de getirdiği esaslardan en önemlisi; II. Mahmut’un “Ben tebaamın Müslüman’ını camide, Hristiyan’ını kilisede, Musevi’sini havrada fark ederim.

Aralarında başka türlü bir fark yoktur.

Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır.” sözünün tezahürü olan eşitlik ilkesidir. Tanzimat Fermanı’nda belirtilen hak ve güvencelerden din ayrımı olmaksızın tüm tebaanın yararlanacağı konusunda tam güvence verildiği belirtilmiştir.

Bu bakımdan Müslümanlarla gayrimüslimler arasında eşitliğin esas alındığı ortaya konulmuş,dini inancı ne olursa olsun tüm Osmanlı tebaasının kanun önünde eşit olduğu vurgulanmıştır.

Böylelikle Tanzimat Fermanı, bünyesinde barındırdığı hak ve hürriyetler nazara alındığında etnik ve dini farklılıkların önem arz etmediği devletin tüm tebaasını tek bir çatı altında toplayan “Osmanlı” kimliğinin ön plana çıkmasını sağlamak istemiştir.

Bu noktada değinmekte fayda var ki; Batı’da eşitlik ilkesi sosyal sınıfların ve vatandaşların eşitliği yönünde gerçekleşirken, Osmanlı’da bu ilke esasen gayrimüslimlerin eşitliği şeklinde kendini göstermektedir.

Ancak bununla birlikte Tanzimat Fermanı’nın açıklanması için çıkarılan ek fermanda “vezirden çobana kadar herkesin eşit olduğu” vurgulanarak aynı zamanda eşitliğin sosyal statüler bakımından da geçerli olduğu ortaya konulmuştur.

Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar istediği her konuda buyruklar çıkaran padişah, Tanzimat Fermanı ile kanunların hazırlanmasını belirli kurullara bırakmakta,bu kurullarda herkesin çekinmeden düşüncelerini dile getirmesini istemekte ve kanunların onama yetkisini kendisinde tutmaktadır.92 Bu bakımdan her ne kadar kanunların hazırlanmasında başkalarının da söz hakkına sahip olduğu kabul edilse de esasen kanun koyma yetkisi yine padişahtadır.

Öte yandan Tanzimat Fermanı’nda kanunların padişah da dâhil olmak üzere ulemayı, vezirleri ve tüm herkesi bağlayacağı açıkça ifade edilmiştir.

Nitekim hem padişah hem de ulema ve vezirler kanunlara aykırı hareket etmeyeceklerine dair and içmişlerdir.

Bu bakımdan kanunların padişahın iradesinin de üstünde olduğu kabul edilmiştir.

Tanzimat Fermanı’nda her ne kadar padişahın kanunlara uymaması bakımından bir müeyyide söz konusu

değil ise de ulema ve devlet adamlarının yeminlerine sadık olmamaları durumu bakımından yeni düzenlenecek ceza kanunu ile cezalandırılacakları ifade edilmiştir.

Bu bakımdan Tanzimat Fermanı ile hem kanunların üstünlüğü hem de kanunlara saygı ilkesi benimsenmiştir.

 

SONUÇ

Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nde uzun yıllar süren yenileşme istek ve ihtiyacının bir sonucu olarak hazırlanıp ilan edilmiştir.                Bu bakımdan her ne kadar ilanı ile azınlıkların devlete olan bağlılığı arzulandığı şekilde sağlanamamış, dolayısıyla “Osmanlı vatandaşı” kimliği oluşturma hareketi hüsranla sonuçlanmış ve devletin içinde bulunduğu dağılma döneminin önüne geçilememiş olsa dahi Ferman’ın muhteviyatında yer alan temel hak ve hürriyetler Türk Hukuk Tarihi ve anayasacılık hareketi bağlamında önem arz etmektedir. Zira Ferman’ın ilanıyla mali güce göre vergilendirme, cezaların şahsiliği, suçta ve cezada kanunilik, kanunların üstünlüğü, kanun önünde eşitlik, can, ırz ve mal güvenliği gibi önemli temel hak ve hürriyetler bir belge ile güvence altına alınmıştır.

Tanzimat Fermanı padişahın bir ihsanı, lütfu olmasına rağmen alelade bir ferman değildir.

 Bu Ferman ile Osmanlı’da önemli yenileşme hareketlerinin gerçekleştiği Tanzimat Dönemi başlamıştır. Tanzimat Dönemi kanunlaştırma faaliyetlerinin hızlandığı, sosyal,kültürel ve edebi alanlar da dahil olmak üzere pek çok alanda modern anlamda yenileşmenin yaşandığı bir dönem olmuştur.

Bu bakımdan Tanzimat Fermanı’nın ilanı Osmanlı Devleti’nde önemli bir dönüm noktasıdır.

Neticeten; Tanzimat Fermanı başlangıç kısmında ifade edildiği üzere Osmanlı Devleti’ni on – on beş yıl

içinde eski ihtişamlı günlerine döndürmek bakımından yeterli olmasa dahi Türk Hukuk Tarihi ve anayasacılık hareketi bakımından önemli bir belgedir.

 

KAYNAKÇA:

Akbulut İ, Türk Hukuk Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2018.

Akça G / Hülür H, “Osmanlı Hukukunun Temelleri ve Tanzimat Dönemindeki Hukuksal Yeniliklerin Sosyo-Politik Dinamikleri”, S. 19, 2006, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, ss. 295-321.

Akyıldız A, “Sened-i İttifak’ın ilk Tam Metni”, S. 2, 1998, İSAM Araştırmalar Dergisi, ss. 209-222.

Akyol T, Türkiye’nin Hukuk Serüveni: Fıkıhtan Hukuka ve Demokrasiye Geçiş Sorunları, Doğan Kitap,

İstanbul, 2014.

Aslan S / Yılmaz A, “Tanzimat Döneminde Osmanlı Bürokratik Yapı ve Düşüncesinin Değişimi”, C. 2, S. 1,

2001, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, ss. 287-297.

Aydın M A, Türk Hukuk Tarihi, 16. Baskı, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2019.

Cin H / Akyılmaz G, Türk Hukuk Tarihi, 11. Baskı, Sayram Yayınları, Konya, 2019.

Gayretli M, “Tanzimat Sonrasından Cumhuriyete Kadar Olan Dönemde Kanunlaştırma Çabaları”,

Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Ana Bilim Dalı,

İstanbul, 2008.

Gözler K, Türk Anayasa Hukuku, 2. Baskı, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2018.

http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/belgeler/233.pdf

https://islamansiklopedisi.org.tr/sened-i-ittifak

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/mulk-suresi-67/ayet-1/kuran-yolu-meali-5

https://sozluk.gov.tr

https://tr.wikipedia.org/wiki/III._Selim

https://tureng.com/tr/turkce-ingilizce/legislation

İnalcık H, Halil İnalcık, “Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri”, C. 28, S. 112, 1964, Belleten,

ss. 623-690.

İnalcık H, “Sened-i İttifak Ve Gülhane Hatt-i Hümâyûnu”, C. 31, S. 124, 1967, Belleten, ss. 603-622.

İnce Y, “Mahmud Devri Reformlarının Tebaa Tarafından Algılanışı”, C. 32, S. 2, 2017, Tarih İncelemeleri

Dergisi, ss. 427-457.

Karal EZ, “Gülhane Hatt-ı Hümâyununda Batının Etkisi”, C. 28, S. 112, 1964, Belleten, ss. 581,601.

Kurtaran U, “Karlofça Antlaşması’nda Venedik, Lehistan ve Rusya’ya Verilen Ahidnamelerin Genel Özellikleri ve Diplomatik Açıdan Değerlendirilmesi”, C. 35, S. 60, 2016, Tarih Araştırmaları Dergisi, ss. 97-169.

Moiras L, “Tanzimat Fermanı’nın Yunan Basınına Yansıması”, S. 31, 2020, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları

Dergisi, ss. 33-48.

Okumuş E, Türkiye’nin Laikleşme Serüveninde Tanzimat, 2. Baskı, İnsan Yayınları, İstanbul, 2012.

Osmanağaoğlu C, Tanzimat Dönemi İtibariyle Osmanlı Tâbiyyetinin (Vatandaşlığının) Gelişimi, Legal Yayıncılık, İstanbul, 2004.

Özdemir Y / Çiydem E / Aktaş E, “Tanzimat Fermanı’nın Arka Planı”, C. 22, S. 1, 2014, Kastamonu Eğitim

Dergisi, ss. 321-338.

Şentop M, “Tanzimat Dönemi Kanunlaştırma Hareketleri”, C. 3, S. 5, 2005, Türkiye Araştırmaları Literatür

Dergisi, ss. 647-672.

Şentop M, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Hukuku, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 2004.

Tanör B, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), 31. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018.

Üçok C / Mumcu A / Bozkurt G, Türk Hukuk Tarihi, 20. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2018.

Yazar Belirtilmemiş, “Tanzimat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C.40, Türkiye Diyanet Vakfı

İslam Araştırmaları Merkezi, Ankara, 2002.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve adliyehaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.